ARAP REJİMLERİNİN NİTELİĞİ

Oldukça
geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan Araplar, hemen hemen İkinci Dünya
Savaşı sonuna kadar, sömürge ulus durumundaydılar.
1700'lerde
Avrupa'da kapitalizmin gelişip kendine uygun düşen ulusal devlet
anlayışını beraberinde getirmesi olgusuna Arap tarihinde
rastlanmamaktadır. Ulus bilinci Arap dünyasına dışarıdan alma yoluyla
girmiştir. O nedenle Arap milliyetçiliği tuhaf eklemlenmeler gösteren
türdendir.
Arap
milliyetçiliği diğer tüm milliyetçilikler gibi yalnızca
anti-sömürgecidir. Arap milliyetçiliğnin anti-sömürgeci karakteri ABD,
İngiliz ve Fransız emperyalizminin işgal, ilhak ve hegemonya
girişimlerine karşı oluşmuştur. Araplar aşağıdaki tabloda belirtilen
savaşları kırk yıl gibi bir sürede vermişlerdir. Tarih için bu kısa
süre, Arap milliyetçiliğinin yoğun bir dönem yaşadığını gösterirken
iktisadi ve toplumsal gelişme için yeterli zamanı yakalayamadığının da
ifadesi olmaktadır.
1945-1946 yılları arasında Arap uluslarının anti-sömürgeci savaşları

Devlet Tarih Savaş
ABD 1958 Lübnan'a saldırı
1982-1984 Lübnan'a saldırı
1991 Irak'a saldırı
Fransa 1945 Cezayir sömürge savaşı
1945 Suriye ve Lübnan sömürge savaşı
1952-1954 Tunus sömürge savaşı
1953-1956 Fas sömürge savaşı
1954-1962 Cezayir'e saldırı
1956 Mısır'a saldırı
1961 Tunus sömürge savaşı
1969-1980 Çad'a saldırı
1983 Çad'a saldırı
1991 Irak'a saldırı
İngiltere 1952 Mısır'a saldırı
1956 Mısır'a saldırı
1963 Güney Yemen sömürge savaşı
1965-1977 Umman'a saldırı
1991 Irak'a saldırı
İsrail 1948 Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve
Filistinlilere saldırı
1956 Mısır'a saldırı
1967-1970 Mısır, Ürdün, Suriye'ye saldırı
1973 Mısır ve Suriye'ye saldırı
1982-1989 Lübnan'a saldırı
Herbiri
birer Üçüncü Dünya ülkesi olan Arap ülkelerinin milliyetçiliğine doğal
olarak milli burjuvazilerin önderlik etmesi ilkesi burada geçerli
olamamıştır. Bu ülke rejimlerinin herbirinin egemen gücü bürokrat
burjuva, kral, şeyh, sulltandır. Genelde feodal dönemden sonraki
yeni-sömürgeci dönemin ka
pitalist
üretim biçimlerinin egemenleri konumundadırlar. Bu orijinal
durumlarından dolayı söz konusu egemenler ulus devletlerini sağlam bir
zemine oturtmak ve geleceğe taşımak yerine komşu Arap rejimlerine karşı
saldırgan emeller beslemişlerdir. Anti-sömürgeci olmaları, ancak
anti-emperyalist olmamaları nedeniyle emperyalist sistemden kopamamışlar
çeşitli emperyalist devletlerin bağımlılık ağlarına takılıp
kalmışlardır.
pitalist
üretim biçimlerinin egemenleri konumundadırlar. Bu orijinal
durumlarından dolayı söz konusu egemenler ulus devletlerini sağlam bir
zemine oturtmak ve geleceğe taşımak yerine komşu Arap rejimlerine karşı
saldırgan emeller beslemişlerdir. Anti-sömürgeci olmaları, ancak
anti-emperyalist olmamaları nedeniyle emperyalist sistemden kopamamışlar
çeşitli emperyalist devletlerin bağımlılık ağlarına takılıp
kalmışlardır.
Özellikle
1970 sonrasında iki süper devletin hegemonya mücadelesine sahne olan
dünyada bazı Arap rejimleri Amerikancı bir safta yer alırken diğer
bazıları Sovyet sosyal-emperyalizminin saflarında konumlanmıştır.
Örneğin Nasır Mısır'ın en büyük sorunu olan "su sorunu"nu çözmek için
Nil nehri üzerinde yapılacak olan Assuan barajına umut bağlamış
durumdayken, bunun için krediyi Amerika ve İngiltere'den alacaktı.
Ancak, Nasır bunu "başaramadı". Çünkü Sovyetlere pamuk satıp, silah
alması, kendine özgü Cezayir milliyetçiliğinde ısrarı ve Ortadoğu'daki
bağımsızlık mücadelelerini destekliyor olması ABD ve İngiliz
emperyalizminin çıkarları ile çelişiyordu.
Suriye
yönetiminin 1970'li yıllardan 85'lere kadar Sovyet
sosyal-emperyalizmine yaslanan bir askeri ekonomiye dayanması onun da
emperyalist sistemden kopamadığını gösteriyordu. Özellikle de Suudi
Arabistan yönetici kliğinin ABD ile ilişkileri herkes tarafından
tepkiyle karşılanıyordu. Petrol üretiminin en yüksek payını elinde
bulunduran Suud ailesi petrol üretimini ABD'li ortaklarıyla
gerçekleştiriyor. Ürdün krallığı da ABD sayesinde ayakta kalabilen
türdendir. Zaman zaman Arap milliyetçiliğine de oynayan krallık ikili
bir karakter taşımaktadır. Arap rejimlerinin militarist yapılarının
kurumlaşmış olması onları büyük oranda askeri harcamalara
sevketmektedir. Rejimlerin askeri harcamaları 1960'tan bugüne büyük bir
artış göstermektedir. 1963 yılında askeri harcamalar toplamı (1985
değerleriyle) 4 milyar dolara. 1983'te (1985 değerleriyle) 68 milyar
dolara ulaşmıştır. 1992'deki savunma bütçeleri ve aldıkları askeri
yardımlar 150 milyar doları bulmuştur.
Bu
militarist yapılar emperyalizme bağımlılığı pekiştirdiği gibi çevre
ülkelere saldırmanın da askeri lojistik temelini oluşturmaktadır. Bu
rejimlerin silahlanmasının yalnızca askeri bir olgu olmasının ötesinde
ekonomik, siyasi ve toplumsal yanları da bulunmaktadır.

Silahlanmanın
onlar açısından hem iç hem de dış sonuçları vardır. İçte halkın baskı
ve tahakküm altında bulundurulması bakımından silah gücü önemli bir rol
oynuyor. Devletin soğuk yüzü olan ordu kendi geleceğini silah gücü ile
teminat altına alır. Dışta ise sanayi bakımından geri kalmışlığa
dolayısıyla iktisadi bağımlılığa yol açar. İktisadi bağımlılık durumuna
göre toplumsal ve siyasi bağımlılığı da beraberinde getirir.
Arap
rejimleri bu silahları sadece emperyalist sömürgeciliğe karşı değil
aşağıdaki tabloda da görebileceğimiz gibi birbirlerine karşı da
kullanmaktadırlar.
1948-1996 yılları arasında Arap ülkeleri arasındaki çatışmalar ve iç ayaklanmalar
Devlet Tarih Çatışma
Cezayir 1963-1964 Halk ayaklanması (Berberiler)
Fas ile çatışma
Çad 1965-1987 İç savaş (Araplar-Siyahlar)
Fas 1963-1964 Cezayir ile sınır çatışması
1975-1987 Batı Sahra'ya saldırı
1978 Zaire'ye saldırı
Güney Yemen 1975 Etyopya'ya müdahale

1986 İç savaş
Irak 1959 İç ayaklanma (Shammar aşireti)
1961-1977 İç savaş (Kürtler)
1974-1985 İç savaş (Kürtler)

1980-1988 İran ile savaş
1990-1991 Kuveyt'in işgali ve müttefikler ile savaş
İran 1961-1970 Irak'a saldırı

1965-1977 Umman'a saldırı
1978-1979 İç savaş (müslümanlar, Kürtler ve
diğer siyasi güçler)
1979-1989 İç ayaklanma (Kürtler)
1980-1988 Irak ile savaş
Kuzey Yemen 1948 Darbe
1962-1969 İç savaş
1984-1988 Irak'a saldırı

Libya 1978-1979 Uganda'ya saldırı
1972-1981 Çad'a saldırı
Lübnan 1948 Filistin'de savaş
1958 İç savaş
1975-1989 İç savaş (Katliamlar, Falanjistler
Dürziler, Filistinliler

Emel ve Maruniler
1993 İsrail'in saldırısı
Mısır 1948 Filistin'de savaş
1956 İsrail ile savaş
1962-1967 Kuzey Yemen'e saldırı
1963-1972 Sudan'a saldırı

1967 İsrail ile savaş
1973 İsrail ile savaş
Suriye 1948 Filistin'de savaş
1958 Lübnan'a saldırı
1967-1970 İsrail ile savaş
1970 Ürdün'e saldırı
1973 İsrail ile savaş
1976-1989 Lübnan'a saldırı
1979-1985 İç ayaklanma (Sünni müslümanlar)
Suudi Arabistan 1991 Irak'a saldırı
Umman 1965-1977 İç savaş
Ürdün 1948 Filistin'de savaş
1967-1970 İsrail ile savaş
Arap Rejimlerinin Karakteristik Özellikleri
Ortadoğu
Arap rejimleri demokratik olma özelliği taşımamaktadır. Suriye, Irak,
Libya rejimleri tek parti, tek lider görünümlü askeri bürokratik
rejimlerdir. Mısır rejimi dayanağını 1952 darbesinden alan "Mısır
milliyetçiliği" temelinde inşa edilen yarı-parlamenter bir
rejimdir.Cezayir ve
Tunus rejimleri de tek partili, tek liderli
rejimlerdir. Ürdün, Suudi Arabistan, Umman, Kuveyt, Fas ve Emirlikler
patrimonial tipte krallık rejimleridir. Lübnan ve Yemen iki istisnai
durumdur. Bunlar Arap usulü burjuva parlamenter rejimlerdir.
Tunus rejimleri de tek partili, tek liderli
rejimlerdir. Ürdün, Suudi Arabistan, Umman, Kuveyt, Fas ve Emirlikler
patrimonial tipte krallık rejimleridir. Lübnan ve Yemen iki istisnai
durumdur. Bunlar Arap usulü burjuva parlamenter rejimlerdir.
Aslında
herbiri yeni-sömürge ülke ve rejimlerinin yaklaşık benzerleridir. Ve
tümünün ortak karakteri korporatist nitelikleridir. Korporatist bir
devletin ve rejimin dört temel özelliği bunlarda mevcuttur. a. Rejim,
hegemonik-hiyerarşik tarzda örgütlenmiştir. b. Rejim, din ve
milliyetçilik anlamında dayanışmacıdır. c. Rejimin, ideolojisi, kültürü,
siyasal varoluşu demagojik ilkeye muhtaçtır. d. Rejim, kapsayıcı ve
yayılmacı özelliktedir. Bu özellik içte ve dışta uygulanagelmektedir.
Dünyanın hiçbir bölgesinde servet ve siyaset bu Arap rejimlerinde
olduğu gibi tek elde toplanmamıştır. Buna bağlı olarak siyasal
farklılaşmayı ifade eden siyasal kültür de gelişmemiştir. Çok ilkel bir
milliyetçilik ve din kültürü siyasal-kültürel farklılaşmayı
önlemektedir. Elbette bu durum serveti ve siyaseti ellerinde bulunduran
rejim hakimi petrol zengini şeyhlerin, kralların, milliyetçi
diktatörlerin çıkarlarına uygundur.
olduğu gibi tek elde toplanmamıştır. Buna bağlı olarak siyasal
farklılaşmayı ifade eden siyasal kültür de gelişmemiştir. Çok ilkel bir
milliyetçilik ve din kültürü siyasal-kültürel farklılaşmayı
önlemektedir. Elbette bu durum serveti ve siyaseti ellerinde bulunduran
rejim hakimi petrol zengini şeyhlerin, kralların, milliyetçi
diktatörlerin çıkarlarına uygundur.
Arap
rejimlerinin ekonomileri klasik kapitalist gelişmeye uygunluk
göstermez. 1940'lardan sonra petrolün bulunması bu ekonomilerin temel
dayanağını oluşturm
uştur.
uştur.
Arap
ülkeleri yeraltı kaynakları bakımından da zengin durumdadır. Bu ülkeler
doğalgaz, fosfat, krom, manganez, demir, uranyum ve asbest rezervlerine
sahiptir. Ancak bunların işlenip mamül olarak piyasaya sürülmesi pek
söz konusu değildir. Genel olarak hammadde şeklinde ihraç edilmektedir.
Arap
ekonomilerinin gözbebeği petroldür. Dünya petrol kaynaklarının yüzde
yetmişini ellerinde tutmaktadırlar. En büyük petrol rezervi sahibi Suudi
Arabistan'dır. Bu nedenle ödemeler dengesi fazla vermektedir.
Arap
ülkeleri içinde etkin rol oynayan rejimlerin etnik ve dinsel yapıları
iktidarda bulunan klikler açısından düşünüldüğünde garip görüntülerle
karşılaşılmaktadır. Irak'ta şii çoğunluk sunni azınlık tarafından
yönetilmekte. Filistin'de Arap çoğunluk Yahudi azınlık tarafından;
Suriye'de sünni çoğunluk, şii azınlık tarafından; Suudi Arabistan'ın
tamamı Vahabi Suud ailesi tarafından, Ürdün'ün tamamı ise Haşimi
ailesince yönetilmektedir. Azınlıktaki etnik grubun veya azınlıktaki
mezhebin çoğunluğu oluşturanları yönetiyor olması sınıfsal kimlik
savaşını değil, mezhep kimliğini veya etnik kimliği ön plana
çıkarmaktadır.
****************
Yukarıda
yer alan "Arap Rejimlerinin Niteliği" başlıklı yazı. 7 Temmuz 1996
tarihli Ülke dergisinde Turgut Balya adıyla yayınlanmıştır.