SİZ HANGİ TÜRKLERDENSİNİZ?


Milliyetçilik bölünmüş olan TÜRK'ün bölünmüşlüğünü gizler. TÜRKLERİN bir bütün olduğu, imajını vermek ister. Halbuki Her ulus, her kavim, her etnisite, her ırk gibi TÜRKLER de esas olarak ikiye bölünmüştür.
Türklerin bölünmüşlüğü sadece sınıfsız toplum kurulduğu zaman sona erecektir.
Ve her sınıfsız toplumla birlikte ülke genelinde saf, temiz, ari, üstün bir ırk doğmuş olacaktır.
Her sınıfsız toplum kendi saf, temiz ve üstün ırkını yaratacaktır.
Sınıfsız toplumda millet ortadan kalkacaktır. Kalacak olan IRK olacaktır ve kalan IRK da sınıfsız, saf, temiz, ÜSTÜN IRKtır.
Ancak bu süreçten önce, yani içinde yaşadığımız dönemde
TÜRKLER birçok bakımdan iki karşıt kampa bölünmüştür.
1) Zengin Türk, Yoksul Türk olarak,
2) Ezen Türk, Ezilen Türk olarak,
3) Sömüren Türk; Sömürülen Türk olarak,
4) Faşist Türk; Devrimci (Kızıl) Türk olarak,
5) Dinci Türk; Ateist-Laik Türk olarak,
6) İşbirlikçi Türk; Yurtsever Türk olarak.
Türkçülük kapitalizmin gelişmesinin ürünü olarak ortaya çıktı. İlk çıkışı Jön Türkler dönemine rastlar. Jön Türkler önce burjuva anlamda ilericidir sonra İttihat Terakki'nin elinde İslamcı-Türkçü fetihçi ve soykırımcı bir hal alır.
Burjuvazinin milliyetçiliği bu nedenle ucu nereye kadar gider pek kestirilemiyor. Milliyetçiliğin yelpazesi geniştir. Milliyetçilikten ırkçılığa da geçiş yapılabiliyor. Burjuva demokratizmine de geçilebiliyor. Kemalizmin milliyetçiliği aynı şekildedir. Fransız tipi bir milliyetçilikten ziyade zaman zaman anti-komünist, zaman zaman ırkçı, zaman zaman korporatist, zaman zaman anti-ümmetçi...
Kafa taslarını ölçen sanırım Hitler'in Nazilerinden etkilenip öyle bir girişimde bulunan Nihal Atsız'dır. Ancak M. Kemal'de tarihte kök aramaya başlayınca işin ucu kaçmıştır. Kaçması da muhakkaktır. Bir de işin içine MU UYGARLIĞI girince kafası iyice karışmıştır. Tahsin Mayatepek'in bu meseleyi kafasına sardıran İngilizlerdir. Ancak MU UYGARLIĞI bulunduğu iddia edilen coğrafyasından ziyade oradan kaynaklandığı söylenen EZOTERİK DÜŞÜNÜŞ oldukça ilginçtir.
Türk yöneticilerin kafatası biçimlerine göre değerlendirme yaptıkları doğrudur. Bu tabii ki, en uç noktasına Nihal Atsız'da ortaya çıkmıştır. Fakat yıllar içinde bu iddiaların anlamsız olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni ise bu akıl dışı, manyakça, ırkçı düşünüşün HİTLER ve çevresinden kaynaklanmış olmasıdır. O dönemde CHP de Hitler den etkilenmiştir. Bu da normaldir, çünkü Türk entellektüalizminin burjuva ideologları oldukça zayıftır. Fransız burjuvazisinin aydınları ile kıyaslanamayacak kapasitede olan çok zayıf bir entellektüel burjuva ideolog vardır. Bunların ideolojik yapıları da kaba milliyetçilikten öteye gidememektedir.
Bir burjuva kültür, sanat, felsefe gelişmemiştir. Ömer Seyfettin gibi, Ziya Gökalp gibi milliyetçilerin yanı sıra bir Tevfik Fikret burjuva devlet, burjuva toplum anlayışına uygun düşen kişidir. Bir Abdullah Cevdet Fransız burjuva entellektüeli anlamında aydındır. Bugünün milliyetçi magandaları Ömer Seyfettin'i, Ziya Gökalp'i severler ancak, bir Abdullah Cevdet'i, Tevfik Fiktret'i asla hazetmezler. M. Kemal bile bu konuda ikili bir davranış içindedir. "Ruhumun babası Tevfik Fikret, fikrimin babası Ziya Gökalp" demiştir. Aslında M. Kemal ne Tevfik Fikret'tir, ne de Ziya Gökalp'tir. Hatta ikisinin toplamı da değildir. M. Kemal bir kaba sığmaz. Sığmama sebebi onun bir pragmatist ve eklektik düşünüşe sahip olması nedeniyledir.
M. Kemal'in tarihsel rolü Osmanlı feodal düşünüş ve yaşama tarzının, yönetim biçiminin yerine burjuva yaşam tarzını, burjuva düşünüşü, burjuva devleti koymak yolunda çaba içinde olmasıdır. Bu yolda M. Kemal Sovyetleri, komünistleri, Kürtleri, Osmanlı hayranlarını ve benzerlerini aldatmıştır. Aldatmadığı tek güç dünya emperyalist-kapitalist sistemi olmuştur. Çünkü onların aleyhine bir şey yapmamıştır. Bir de Kürt toprak ağalarının aleyhine bir girişimde bulunmamıştır. Kürt feodalitesi olduğu gibi kalmıştır. Eğer Kürt feodalitesini tasfiye etmiş olsaydı Kürt halkına hizmet etmiş olurdu. Ancak Kürt halkının lehine ne yapmıştır sorusuna olumlu bir cevap vermemizi gerektiren bir şey yapmamıştır. Nihayetinde söylemek gerekirse M. Kemal padişahlığı ve halifeliği tasfiye etmesi burjuva İsviçre hukukunu ve burjuva parlamentarizmini getirmiş olması nedeniyle üst yapı devrimi yapmıştır. Lenin ve Stalin böyle diyor ve bu tespit de devrimci düşünüşe uygundur.
Türklerin tarihteki yeri çok eskilere uzanır. Orta Asya'nın en eski halklarındandır. Türkler, Türk adını ne zaman alıyor olursa olsun bu çok önemli midir? Çok önemli olamaz, çünkü Orta Asya ve oradan Anadolu'ya ve Avrupa'ya, hatta Rusya Karadeniz tarafından Macaristan, Polonya gibi ülkelere de Türk kavimlerinin farklı isimlerle göç ettikleri düşünülürse çok geniş bir coğrafyada yaşadıkları görülür.
Dünyada böylesine yayılmış iki millet vardır. Biri Yahudiler, diğeri Türklerdir.
Türkler genellikle kavimlerinin, boylarının, kabilelerinin adlarıyla anılmışlardır, o nedenledir ki, bir tek Türk kavminden, milletinden söz edilemiyor. Bugün Macaristan'da, Polonya'da, Yugoslavya'da Bulgaristan'da, Kırım'da, Türkiye'de, Azerbaycan'da, Türkistan'da, Arnavutluk'ta, Türkmenistan'da, Kafkaslar'da, Kıbrıs'ta, Irak'ta Türkler yaşamaktadır. Ancak bu durum için hiçbir şekilde burjuva anlamda hepsi için TÜRK MİLLETİdir ifadesini kullanamayız. Her ne kadar hepsi Türk kavmi olsa da...
Neden Marksist literatür anlamında TÜRK MİLLETİ diyemeyiz. Çünkü, Marksist literatüre göre bir topluluğa millet diyebilmek için a) Dil birliği, b) Toprak (pazar) birliği, c) Tarih birliği, d) Ruhi, kültürel formasyon birliği olması gerekir. Bugün baktığımızda ise Türkiye Türklerine en yakın olan Azerbaycan Türkleri ile bile aynı millet olmaktan uzaktır, çünkü toprak birliği yoktur. Yani Azerbaycan Türkleri ile Türkiye Türkleri 900'lü yıllardan beri birbirinden kopmuş durumdadır. Bu nedenledir ki, aynı devlet içinde bulunmaları mümkün değildir. Türk terimine gelince Türk adı ve Türkçe konuşma şartı devlet düzeyinde Osmanlı devletinin kuruluşundan önce Karamanoğlu devletinde ortaya çıkmıştır. Karaman bey 1277 yılında Karamanoğlu devletinde artık yazılı ve sözlü olarak Türkçe'nin resmi dil olduğunu ilan etmiştir.
Buna mecburdu, çünkü o yıllarda Karamanoğlu beyliği ve çevresindeki diğer Türk beylikleri Moğolların saldırı ve baskısı altındaydı. Bu nedenle kendi devlet kimliklerini ortaya koydular. Ve Yunus Emre'nin, Karacaoğlan'ın, Dadaloğlu'nun, Pir Sultan'ın şiirleri Türkçe şiirlerdir. Hatta Türk kimliği ve dilini resmen kabul etmeleri bakımından Fransızlardan bile daha önceki yıllara rastlar. Fransızlara bile Fransız değil Galyalı denilmekteydi. Galler deniliyordu. O zamanlar Avrupa'da da kavimler dönemi, kavimler göçü vardı, her kavim yerinde duramayan, oradan oraya saldıran, orada oraya kaçan, göçeden bir durumdaydılar.
Türklerde devşirmeler vardır. Türklerin devşirmelerle başları hep derde girmiştir. Bu zaafları Osmanlı yönetim yapısı nedeniyledir. Osmanlı devşirmeleri yetiştiren ENDERUN adlı okul dahi açmıştır. Osmanlı'nın en önemli askeri 2. Mahmut dönemine kadar YENİÇERİLERdi.
Ve çok ilginçtir ki bundan ilk defa söz ediyorum, YENİÇERİLER o dönemin devşirmelerinden de öte onlar BEKTAŞİ yapılmıştı. Ve ne garip bir durumdur ki, Alevi-Bektaşi düşüncesini bile Osmanoğlu o tarihlerde bozmuştur. Bektaşilik ve Bektaşi ağaları adeta Osmanlı dinci sömürgeciliğinin en saldırgan unsurları durumundaydı. Selçuklu döneminin Alevi-Batıni düşünceli Babaileri, Şeyh Bedrettincileri gitmiş onların yerini adeta İslam fetihçisi Yeniçeri Bektaşiler ve onların ağaları almıştır. Hacı Bektaş Veli'nin türbesi Osmanlı padişahları tarafından özenle onarılmış ve korunmuş. Osmanlı padişahları Bektaşi ileri gelenleriyle ayaklarına giderek veya onları yanlarına getirterek işbirliğini devam ettiriyordu. Osmalı o zamanlar İslamcı SÖMÜRGECİLİĞİNİ Bektaşilere dayanarak (Hacı Bektaş Veli'nin ardıllarına) dayanarak sürdürmüştü. Ne zamanki Padişahlık 2. Mahmut'tan itibaren Sekbanı Cedit olarak yeniden bir askeri yapı ortaya koyup YENİÇERİLİĞİ tasfiyeye yönelmesiyle birlikte Bektaşilik de gözden düşmüş, hatta ortadan kaldırılması veya emir ve denetim altına alınması gereken bir dini kurum haline gelmiştir. Bu olaydan sonradır Alevi-Bektaşi katliamları. Kızlıbaşlık eğer Uzun Hasan veya Şah İsmail kanalıyla Azerbaycan, İran tarafından Osmanlıya doğru ilerlediğinde zafer kazanabilseydi. Bugünün Orta Doğu tarihi de farklı olurdu. Kürtlerin tarihi de farklı olurdu. Avrupa'nın tarihi de farklı olurdu. Ancak Bektaşilikten Sünniliğe yönelen Osmanlı giderek içeride Alevi-Bektaşi avına çıkmıştır. Ancak ne resmi tarihçiler, ne de Cemal Şener, Rıza Zelyut gibi Alevi tarihçileri OSMANLI'DA BEKTAŞİLİĞİN İSLAMCI SÖMÜRGECİ rolünden asla söz etmiyor. Ne zaman ki, Osmanlı Alevi-Bektaşi katliamlarına yöneliyor ondan sonra sesleri yükseliyor. HACI BEKTAŞ'ın takipçilerinin, ardıllarını, müridlerinin Osmanlı devletinde en az 200 yıl gerici fetihçi bir rol oynadıklarından söz etmiyorlar. Bu durum gerçekten ilginçtir, EZOTERİK bir düşünüş olan ALEVİ-BEKTAŞİ düşüncesi yıllarca Selçuklular ve Arap işgalleri döneminde mazlum iken nasıl oluyor da Osmanlı'da saldırgan, fetihçi bir ideoloji haline geliyor?
Ve Osmanlının yavaş yavaş Avrupa kapitalizmiyle tanışması onu YENİÇERİLERDEN kurtarmaya götürmüştür. Sadece yeniçeriler de değil Osmanlının devlet yapısında birçok mevkide devşirmeler yer alıyordu. Ve Türkler Osmanlı'da önem taşımayan bir teba durumundaydı. Askerlik ve toprakta çalışmak onların kaderiydi. Hatta meslekler bile onlara çok görülmüştü, meslek sahibi Türk bulmak zordu. Osmanlıdaki farklı etnik gruplar Osmanlının önemli yerlerinde bulunuyordu. Mesela Galata bankerleri ünlüdür. Bunlar Yahudilerdi. Osmanlının en ünlü mimarı Balyan ailesiydi ve onlar Ermeniydi. Sokollu Mehmet Paşa bir Sırp'tı. Bu çok uzayıp giden bir liste oluşturur. M. Kemal zamanındaki devletin kültür kurumlarına bir bakın, göreceksiniz ki, birçoğunun başında Türk olmayanlar bulunmaktaydı. Türk Tarih Kurumunu, Türk Dil Kurumunu kuranlar Türkler değildi. Osmanlı devleti kozmopolit bir devletti, her imparatorluk gibi.. Türkiye ondan kalan miras üzerine kurulmuştur, ne kadar milliyetçiliğe yönelinse de bu milliyetçilik ancak çok ilkel düşünen insanlar üzerinde etkili olabiliyor. Milliyetçiliğin etkili olduğu yerler de kıyı bölgelerden ziyade Erzurum gibi, İç Anadolu'nun bazı şehirleri gibi yerlerde etkili olabiliyor. Türk milliyetçiliğine soyundurulan Erzurum gericisi bile kendini Türk olarak değil Dadaş dediği ne idüğü belirsiz kelimeyle tanımlıyor.

Türkçülük kapitalizmin gelişmesinin ürünü olarak ortaya çıktı. İlk çıkışı Jön Türkler dönemine rastlar. Jön Türkler önce burjuva anlamda ilericidir sonra İttihat Terakki'nin elinde İslamcı-Türkçü fetihçi ve soykırımcı bir hal alır.
Burjuvazinin milliyetçiliği bu nedenle ucu nereye kadar gider pek kestirilemiyor. Milliyetçiliğin yelpazesi geniştir. Milliyetçilikten ırkçılığa da geçiş yapılabiliyor. Burjuva demokratizmine de geçilebiliyor. Kemalizmin milliyetçiliği aynı şekildedir. Fransız tipi bir milliyetçilikten ziyade zaman zaman anti-komünist, zaman zaman ırkçı, zaman zaman korporatist, zaman zaman anti-ümmetçi...
Kafa taslarını ölçen sanırım Hitler'in Nazilerinden etkilenip öyle bir girişimde bulunan Nihal Atsız'dır. Ancak M. Kemal'de tarihte kök aramaya başlayınca işin ucu kaçmıştır. Kaçması da muhakkaktır. Bir de işin içine MU UYGARLIĞI girince kafası iyice karışmıştır. Tahsin Mayatepek'in bu meseleyi kafasına sardıran İngilizlerdir. Ancak MU UYGARLIĞI bulunduğu iddia edilen coğrafyasından ziyade oradan kaynaklandığı söylenen EZOTERİK DÜŞÜNÜŞ oldukça ilginçtir.
Türk yöneticilerin kafatası biçimlerine göre değerlendirme yaptıkları doğrudur. Bu tabii ki, en uç noktasına Nihal Atsız'da ortaya çıkmıştır. Fakat yıllar içinde bu iddiaların anlamsız olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni ise bu akıl dışı, manyakça, ırkçı düşünüşün HİTLER ve çevresinden kaynaklanmış olmasıdır. O dönemde CHP de Hitler den etkilenmiştir. Bu da normaldir, çünkü Türk entellektüalizminin burjuva ideologları oldukça zayıftır. Fransız burjuvazisinin aydınları ile kıyaslanamayacak kapasitede olan çok zayıf bir entellektüel burjuva ideolog vardır. Bunların ideolojik yapıları da kaba milliyetçilikten öteye gidememektedir.
Bir burjuva kültür, sanat, felsefe gelişmemiştir. Ömer Seyfettin gibi, Ziya Gökalp gibi milliyetçilerin yanı sıra bir Tevfik Fikret burjuva devlet, burjuva toplum anlayışına uygun düşen kişidir. Bir Abdullah Cevdet Fransız burjuva entellektüeli anlamında aydındır. Bugünün milliyetçi magandaları Ömer Seyfettin'i, Ziya Gökalp'i severler ancak, bir Abdullah Cevdet'i, Tevfik Fiktret'i asla hazetmezler. M. Kemal bile bu konuda ikili bir davranış içindedir. "Ruhumun babası Tevfik Fikret, fikrimin babası Ziya Gökalp" demiştir. Aslında M. Kemal ne Tevfik Fikret'tir, ne de Ziya Gökalp'tir. Hatta ikisinin toplamı da değildir. M. Kemal bir kaba sığmaz. Sığmama sebebi onun bir pragmatist ve eklektik düşünüşe sahip olması nedeniyledir.
M. Kemal'in tarihsel rolü Osmanlı feodal düşünüş ve yaşama tarzının, yönetim biçiminin yerine burjuva yaşam tarzını, burjuva düşünüşü, burjuva devleti koymak yolunda çaba içinde olmasıdır. Bu yolda M. Kemal Sovyetleri, komünistleri, Kürtleri, Osmanlı hayranlarını ve benzerlerini aldatmıştır. Aldatmadığı tek güç dünya emperyalist-kapitalist sistemi olmuştur. Çünkü onların aleyhine bir şey yapmamıştır. Bir de Kürt toprak ağalarının aleyhine bir girişimde bulunmamıştır. Kürt feodalitesi olduğu gibi kalmıştır. Eğer Kürt feodalitesini tasfiye etmiş olsaydı Kürt halkına hizmet etmiş olurdu. Ancak Kürt halkının lehine ne yapmıştır sorusuna olumlu bir cevap vermemizi gerektiren bir şey yapmamıştır. Nihayetinde söylemek gerekirse M. Kemal padişahlığı ve halifeliği tasfiye etmesi burjuva İsviçre hukukunu ve burjuva parlamentarizmini getirmiş olması nedeniyle üst yapı devrimi yapmıştır. Lenin ve Stalin böyle diyor ve bu tespit de devrimci düşünüşe uygundur.
Türklerin tarihteki yeri çok eskilere uzanır. Orta Asya'nın en eski halklarındandır. Türkler, Türk adını ne zaman alıyor olursa olsun bu çok önemli midir? Çok önemli olamaz, çünkü Orta Asya ve oradan Anadolu'ya ve Avrupa'ya, hatta Rusya Karadeniz tarafından Macaristan, Polonya gibi ülkelere de Türk kavimlerinin farklı isimlerle göç ettikleri düşünülürse çok geniş bir coğrafyada yaşadıkları görülür.
Dünyada böylesine yayılmış iki millet vardır. Biri Yahudiler, diğeri Türklerdir.
Türkler genellikle kavimlerinin, boylarının, kabilelerinin adlarıyla anılmışlardır, o nedenledir ki, bir tek Türk kavminden, milletinden söz edilemiyor. Bugün Macaristan'da, Polonya'da, Yugoslavya'da Bulgaristan'da, Kırım'da, Türkiye'de, Azerbaycan'da, Türkistan'da, Arnavutluk'ta, Türkmenistan'da, Kafkaslar'da, Kıbrıs'ta, Irak'ta Türkler yaşamaktadır. Ancak bu durum için hiçbir şekilde burjuva anlamda hepsi için TÜRK MİLLETİdir ifadesini kullanamayız. Her ne kadar hepsi Türk kavmi olsa da...
Neden Marksist literatür anlamında TÜRK MİLLETİ diyemeyiz. Çünkü, Marksist literatüre göre bir topluluğa millet diyebilmek için a) Dil birliği, b) Toprak (pazar) birliği, c) Tarih birliği, d) Ruhi, kültürel formasyon birliği olması gerekir. Bugün baktığımızda ise Türkiye Türklerine en yakın olan Azerbaycan Türkleri ile bile aynı millet olmaktan uzaktır, çünkü toprak birliği yoktur. Yani Azerbaycan Türkleri ile Türkiye Türkleri 900'lü yıllardan beri birbirinden kopmuş durumdadır. Bu nedenledir ki, aynı devlet içinde bulunmaları mümkün değildir. Türk terimine gelince Türk adı ve Türkçe konuşma şartı devlet düzeyinde Osmanlı devletinin kuruluşundan önce Karamanoğlu devletinde ortaya çıkmıştır. Karaman bey 1277 yılında Karamanoğlu devletinde artık yazılı ve sözlü olarak Türkçe'nin resmi dil olduğunu ilan etmiştir.
Buna mecburdu, çünkü o yıllarda Karamanoğlu beyliği ve çevresindeki diğer Türk beylikleri Moğolların saldırı ve baskısı altındaydı. Bu nedenle kendi devlet kimliklerini ortaya koydular. Ve Yunus Emre'nin, Karacaoğlan'ın, Dadaloğlu'nun, Pir Sultan'ın şiirleri Türkçe şiirlerdir. Hatta Türk kimliği ve dilini resmen kabul etmeleri bakımından Fransızlardan bile daha önceki yıllara rastlar. Fransızlara bile Fransız değil Galyalı denilmekteydi. Galler deniliyordu. O zamanlar Avrupa'da da kavimler dönemi, kavimler göçü vardı, her kavim yerinde duramayan, oradan oraya saldıran, orada oraya kaçan, göçeden bir durumdaydılar.
Türklerde devşirmeler vardır. Türklerin devşirmelerle başları hep derde girmiştir. Bu zaafları Osmanlı yönetim yapısı nedeniyledir. Osmanlı devşirmeleri yetiştiren ENDERUN adlı okul dahi açmıştır. Osmanlı'nın en önemli askeri 2. Mahmut dönemine kadar YENİÇERİLERdi.
Ve çok ilginçtir ki bundan ilk defa söz ediyorum, YENİÇERİLER o dönemin devşirmelerinden de öte onlar BEKTAŞİ yapılmıştı. Ve ne garip bir durumdur ki, Alevi-Bektaşi düşüncesini bile Osmanoğlu o tarihlerde bozmuştur. Bektaşilik ve Bektaşi ağaları adeta Osmanlı dinci sömürgeciliğinin en saldırgan unsurları durumundaydı. Selçuklu döneminin Alevi-Batıni düşünceli Babaileri, Şeyh Bedrettincileri gitmiş onların yerini adeta İslam fetihçisi Yeniçeri Bektaşiler ve onların ağaları almıştır. Hacı Bektaş Veli'nin türbesi Osmanlı padişahları tarafından özenle onarılmış ve korunmuş. Osmanlı padişahları Bektaşi ileri gelenleriyle ayaklarına giderek veya onları yanlarına getirterek işbirliğini devam ettiriyordu. Osmalı o zamanlar İslamcı SÖMÜRGECİLİĞİNİ Bektaşilere dayanarak (Hacı Bektaş Veli'nin ardıllarına) dayanarak sürdürmüştü. Ne zamanki Padişahlık 2. Mahmut'tan itibaren Sekbanı Cedit olarak yeniden bir askeri yapı ortaya koyup YENİÇERİLİĞİ tasfiyeye yönelmesiyle birlikte Bektaşilik de gözden düşmüş, hatta ortadan kaldırılması veya emir ve denetim altına alınması gereken bir dini kurum haline gelmiştir. Bu olaydan sonradır Alevi-Bektaşi katliamları. Kızlıbaşlık eğer Uzun Hasan veya Şah İsmail kanalıyla Azerbaycan, İran tarafından Osmanlıya doğru ilerlediğinde zafer kazanabilseydi. Bugünün Orta Doğu tarihi de farklı olurdu. Kürtlerin tarihi de farklı olurdu. Avrupa'nın tarihi de farklı olurdu. Ancak Bektaşilikten Sünniliğe yönelen Osmanlı giderek içeride Alevi-Bektaşi avına çıkmıştır. Ancak ne resmi tarihçiler, ne de Cemal Şener, Rıza Zelyut gibi Alevi tarihçileri OSMANLI'DA BEKTAŞİLİĞİN İSLAMCI SÖMÜRGECİ rolünden asla söz etmiyor. Ne zaman ki, Osmanlı Alevi-Bektaşi katliamlarına yöneliyor ondan sonra sesleri yükseliyor. HACI BEKTAŞ'ın takipçilerinin, ardıllarını, müridlerinin Osmanlı devletinde en az 200 yıl gerici fetihçi bir rol oynadıklarından söz etmiyorlar. Bu durum gerçekten ilginçtir, EZOTERİK bir düşünüş olan ALEVİ-BEKTAŞİ düşüncesi yıllarca Selçuklular ve Arap işgalleri döneminde mazlum iken nasıl oluyor da Osmanlı'da saldırgan, fetihçi bir ideoloji haline geliyor?
Ve Osmanlının yavaş yavaş Avrupa kapitalizmiyle tanışması onu YENİÇERİLERDEN kurtarmaya götürmüştür. Sadece yeniçeriler de değil Osmanlının devlet yapısında birçok mevkide devşirmeler yer alıyordu. Ve Türkler Osmanlı'da önem taşımayan bir teba durumundaydı. Askerlik ve toprakta çalışmak onların kaderiydi. Hatta meslekler bile onlara çok görülmüştü, meslek sahibi Türk bulmak zordu. Osmanlıdaki farklı etnik gruplar Osmanlının önemli yerlerinde bulunuyordu. Mesela Galata bankerleri ünlüdür. Bunlar Yahudilerdi. Osmanlının en ünlü mimarı Balyan ailesiydi ve onlar Ermeniydi. Sokollu Mehmet Paşa bir Sırp'tı. Bu çok uzayıp giden bir liste oluşturur. M. Kemal zamanındaki devletin kültür kurumlarına bir bakın, göreceksiniz ki, birçoğunun başında Türk olmayanlar bulunmaktaydı. Türk Tarih Kurumunu, Türk Dil Kurumunu kuranlar Türkler değildi. Osmanlı devleti kozmopolit bir devletti, her imparatorluk gibi.. Türkiye ondan kalan miras üzerine kurulmuştur, ne kadar milliyetçiliğe yönelinse de bu milliyetçilik ancak çok ilkel düşünen insanlar üzerinde etkili olabiliyor. Milliyetçiliğin etkili olduğu yerler de kıyı bölgelerden ziyade Erzurum gibi, İç Anadolu'nun bazı şehirleri gibi yerlerde etkili olabiliyor. Türk milliyetçiliğine soyundurulan Erzurum gericisi bile kendini Türk olarak değil Dadaş dediği ne idüğü belirsiz kelimeyle tanımlıyor.
