25 Ağustos 2013 Pazar

EL-KAİDE VE BENZERLERİ



El-Kaideci Ebu Musab Zerkavi



_________________

DİNÇER CEVAT SABRİ

________________________


   El-Qaide
örgütünün sözcüsü ve aynı zamanda USAme bin Laden'in damadı Süleyman Ebu Geyt (diğer adıyla 'Süleyman M.'), bakın sorgusunda ne demiş :

"... Soru- 11 Eylül'ü siz mi yaptınız?

Cevap- Evet biz yaptık. El Kaide operasyonu.

Soru- Peki Amerika'nın haberi olmadı mı?
Cevap-Amerika 11 Eylül'ü biliyordu.
Soru- Amerika'nın tavrı ne oldu?
Cevap- ÖNÜMÜZÜ AÇTI. ENGEL OLMADI..."

      El-Qaide ile CIA'nın yapışık ikizler olduğunu kanıtlayan bir sürü olay ve açıklama var. Ama bu, herhalde en önemlisi...

     Orta ve Yakındoğu'daki enerji kaynakları üzerinde tam egemenlik kurmak, ayrıca silah sanayinin kârlarını maximize etmek için ABD'nin organize ettiği bir tetik güçtür El-Qaide...
     "Bakir" coğrafyaların işgaline bahane yaratmak için, Amerikan kamuoyunu savaşın gerekliliğine ikna etmek için, müttefik ülkelerin desteğini almak için, Müslüman ülkelerin emekçilerini sınıf değil din eksenli saflaşmalarda toplamak için El-Qaide gibi câni bir örgüt kesinlikle lazımdı ABD'ye. Oldu işte, yarattılar...
     Hal böyleyken bazı "Marxistler", aksi bir tablo çiziyorlar. Mesela Yürüyüş dergisindeki (17 Eylül 2006) bir makalede, 11 Eylül saldırıları şöyle yorumlanıyor: "11 Eylül, sıradan insanların ölümü gibi eleştirilecek birçok noktası bulunmasına karşın, ASIL OLARAK EZİLEN HALKLARIN ÖFKESİNİN BİR İFADESİYDİ". Bu iddia, olgularla hiçbir biçimde bağdaşmıyor. Dahası, bu tezin sahipleri, böylelikle El-Qaide'nin ABD istihbaratından bağımsız bir örgüt olduğunu (!) üstü kapalı biçimde belirtmiş oluyorlar. Evet, El-Qaide ezilen halkların temsilcisi haline geliyor. Kısacası, El-Qaide resmen aklanıyor! Dolayısıyla bu "mantık" ile, ABD'nin gücü (istihbarat ve askerî gücü, becerisi) olduğundan daha zayıf gösterildiği için de bir diğer ağır yanlışa daha düşülmüş oluyor.
     Aynı derginin 18 Haziran 2006 tarihli nüshasında, El-Qaide'nin en psikopat militanlarından biri olan Ebu Musab Zerqavi için "... BELİRLEYİCİ YANI anti-işgalci olmasıdır..." deniliyor ve Zerqavi, taşıdığı tüm kusurlara karşın anti-emperyalist direniş cephesinin bir ferdi olarak selamlanıyor. Yani, El-Qaide'nin Amerika'daki derin devlet yapılanmasından bağımsızlığı (!) bir kez daha beyan edilmiş oluyor.
     Tıpkı TSK-PKK "savaş"ı gibi, ABD ordusu ile El Qaide'nin "savaş"ı da muvazaalı bir savaştır. Damat bile bunu itiraf etti...
     Proletaryanın devrimci partisinin El-Qaide'ye karşı tutumu, ABD ordusuna karşı tutumuyla aynı olmak zorundadır...
      Tabii şimdi yine bazıları "Parti-Cephe'ye saldırı var" demagojisiyle ortalığı velveleye verebilir. Yapsınlar. Bu tip "saldırı"lar, Bolşevik gelenekte hem meşru ve hem de lüzumludur...
Hürmetler...

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AbdulkadirSelvi/damat-ezberleri-bozuyor/36380


***

KONUYA DAİR KISA BİR NOT

_____________

TURGUT BALYA
_____________

   El Kaide, ABD güdümlü bir kontra İslam örgütüdür, bu çok net olarak ortaya çıktı. Doğrudan ABD bağantılıdır. Aynen Nurcu Fethullah gibi. Fakat Nurcu Fetuş silahsız olarak hegemonya savaşında piyonluğunu kullanıyor.
     Öte yandan PKK ise ABD ile dolaylı bir bağlantılık içindedir. PKK doğrudan Türk derin devletine bağlıdır. PKK ile ABD arasında da bir çelişki yoktur. PKK NATO ordusu olan Yunan ordusunun generalleri tarafından eğitilmiştir bu kanıtlarıyla ortadadır. Ve Yunanistan derin devleti bunlar için Yunanistan'da kamp kurmuş, besleyip barındırmıştır. Lavrion kampı denilen bu kamp nasıl oluyor da emperyalizme-kapitalizme karşı mücadele eden güç ve güçlere tahsis edilebiliyor? PKK, ABD ile özellikle de faşist İsrail bağlantıları yoluyla gül gibi geçinip gidiyor PKK, İsrail dostudur. ABD ise Orta Doğu hegemonyasını özellikle İsrail, TC derin devleti ve Barzani vasıtasıyla yürütüyor. Orta Doğu halklarının düşmanı güçlerdir bunlar.
     Şimdi Rojava'da danışıklı bir İslamcı-Kürt savaşı vardır. Ancak bölgeye hiçbir güç sokulmadığı için savaş ne durumdadır, gerçek boyutu nedir bunu sadece derin devlet ve ABD biliyor.
     Erdoğan hükümeti bir yandan El Nusra İslamcı sömürgecilerini beslerken bir yandan da PYD adlı PKK piyonu sahte Kürt örgütünü Müslüm adlı kukla vasıtasıyla  yaptığı görüşmeler yoluyla yönetiyor.  
     İslamcılar sadece Orta Doğu'da değil, Türkiye'de de ABD-yerli derin devlet kanalıyla yönetiliyor ve güdümleniyor. 12 Mart 1971 darbesinde Arabistan'a değil, karşı çıktığı gavur memleketi dediği İsviçre'ye kaçırtılan Erbakan orada bir yıl kadar bekletildikten sonra 1973 seçimleri için getirtildi ve Milli Nizam Partisi bu kez Milli Selamet Partisi adı altında derin devlet güdümlü faaliyetini sürdürmeye devam etti.
     Tabii Erbakan kitlesini daima aldattı, "kanlı mı geleceğiz, kansız mı geleceğiz görecekler" gibi sahte sözlerle kitle aldatıldı, İslamcı kıyam (ayaklanma) bekleyen ahmak İslamcıları oyalamak için de daima "Bakalım kadayıfın altı kızardı mı?" diyerek şartların olgunlaşmadığını, ama bekleyeceklerini sahte bir şekilde ima ediyordu.
     Erdoğan kimdir, bugün demokrasi havarisi kesilen, ileri demokrasi yalanını yayan bu şahıs kimdir? Erbakan'ın basit bir çömezi değil miydi? Yerli derin devlet Erbakan'ın miadını doldurduğunu ve de ABD tarafından neo-liberal İslam gömleği hazırlandığını bilmiyor muydu? 28 Şubat darbesiyle Erbakan'ın politik hayatı noktalanıp "YENİLİKÇİLER" adıyla piyasaya sürülen Erdoğan-Gül-Arınç ekibi değil miydi? Ve Milli Görüş gömleğini çıkardım diyen Tayyip Erdoğan değil miydi? Yerine giydiği ne idi? ABD'nin hazırladığı neo-liberal İslam gömleği değil mi?
     Oy oranı asla yüzde 13'leri bulmayan İslamcılar Erdoğan'ın AKP'siyle nasıl oldu da yüzde 40-50'lere dayandılar. Buna imkan var mı? Bütün bunlar ABD-yerli derin devletin oyunu değil miydi?
     Ve Ergenekoncu çevrelerde Erdoğan için söylenen şu sözcük "cuk" yerine oturmuyor mu? "HAZIRLADIĞIMIZ KAZIKLAR DÖNER BİZİ KAZIKLAR." Evet Erdoğan halka ve sollara karşı hazırlanmış bir kazıktı ancak ABD onu öyle bir kullandı ki, KAZIK DÖNDÜ KAZIĞI HAZIRLAYANLARI KAZIKLADI. Evet, Silivri Dinlenme Kampı DÖNEN KAZIK TARAFINDAN KAZIKLANANARCA doldurulmuştur. Ve çok ilginçtir KAZIKLANAN Perinçek Erdoğan'a karşı Erbakan'ı MİLLİ GÜÇ ilan etmiştir. Çünkü kazığın bir kısmı Erbakan'a bir kısmı da Perinçek'e girmiştir. İntikam amaçlıdır Perinçek davranışı. Ve Perinçek kendi TV kanalından Erbakan'a hisse satmak istemiştir. Ne güzel alışverişler.
     Velhasıl Türkiye'de ve Kürdistan'da devrim yapmak zordur, etraf ajan örgütlerle ve şahıslarla kaynamaktadır. Bin düşünüp bir adım atmak gerekiyor.

24 Ağustos 2013 Cumartesi

SİZ HANGİ TÜRKLERDENSİNİZ?


SİZ HANGİ TÜRKLERDENSİNİZ?
 


  Milliyetçilik bölünmüş olan TÜRK'ün bölünmüşlüğünü gizler. TÜRKLERİN bir bütün olduğu, imajını vermek ister. Halbuki Her ulus, her kavim, her etnisite, her ırk gibi TÜRKLER de esas olarak ikiye bölünmüştür.
     Türklerin bölünmüşlüğü sadece sınıfsız toplum kurulduğu zaman sona erecektir.
     Ve her sınıfsız toplumla birlikte ülke genelinde saf, temiz, ari, üstün bir ırk doğmuş olacaktır.
     Her sınıfsız toplum kendi saf, temiz ve üstün ırkını yaratacaktır.
     Sınıfsız toplumda millet ortadan kalkacaktır. Kalacak olan IRK olacaktır ve kalan IRK da sınıfsız, saf, temiz, ÜSTÜN IRKtır.

Ancak bu süreçten önce, yani içinde yaşadığımız dönemde
TÜRKLER birçok bakımdan iki karşıt kampa bölünmüştür.
1) Zengin Türk, Yoksul Türk olarak,
2) Ezen Türk, Ezilen Türk olarak,
3) Sömüren Türk; Sömürülen Türk olarak,
4) Faşist Türk; Devrimci (Kızıl) Türk olarak,
5) Dinci Türk; Ateist-Laik Türk olarak,
6) İşbirlikçi Türk; Yurtsever Türk olarak.

     Türkçülük kapitalizmin gelişmesinin ürünü olarak ortaya çıktı. İlk çıkışı Jön Türkler dönemine rastlar. Jön Türkler önce burjuva anlamda ilericidir sonra İttihat Terakki'nin elinde İslamcı-Türkçü fetihçi ve soykırımcı bir hal alır.
     Burjuvazinin milliyetçiliği bu nedenle ucu nereye kadar gider pek kestirilemiyor. Milliyetçiliğin yelpazesi geniştir. Milliyetçilikten ırkçılığa da geçiş yapılabiliyor. Burjuva demokratizmine de geçilebiliyor. Kemalizmin milliyetçiliği aynı şekildedir. Fransız tipi bir milliyetçilikten ziyade zaman zaman anti-komünist, zaman zaman ırkçı, zaman zaman korporatist, zaman zaman anti-ümmetçi...
     Kafa taslarını ölçen sanırım Hitler'in Nazilerinden etkilenip öyle bir girişimde bulunan Nihal Atsız'dır.    Ancak M. Kemal'de tarihte kök aramaya başlayınca işin ucu kaçmıştır. Kaçması da muhakkaktır. Bir de işin içine MU UYGARLIĞI girince kafası iyice karışmıştır. Tahsin Mayatepek'in bu meseleyi kafasına sardıran İngilizlerdir. Ancak MU UYGARLIĞI bulunduğu iddia edilen coğrafyasından ziyade oradan kaynaklandığı söylenen EZOTERİK DÜŞÜNÜŞ oldukça ilginçtir.  
     Türk yöneticilerin kafatası biçimlerine göre değerlendirme yaptıkları doğrudur. Bu tabii ki, en uç noktasına Nihal Atsız'da ortaya çıkmıştır. Fakat yıllar içinde bu iddiaların anlamsız olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni ise bu akıl dışı, manyakça, ırkçı düşünüşün HİTLER ve çevresinden kaynaklanmış olmasıdır. O dönemde CHP de Hitler den etkilenmiştir. Bu da normaldir, çünkü Türk entellektüalizminin burjuva ideologları oldukça zayıftır. Fransız burjuvazisinin aydınları ile kıyaslanamayacak kapasitede olan çok zayıf bir entellektüel burjuva ideolog vardır. Bunların ideolojik yapıları da kaba milliyetçilikten öteye gidememektedir.
     Bir burjuva kültür, sanat, felsefe gelişmemiştir. Ömer Seyfettin gibi, Ziya Gökalp gibi milliyetçilerin yanı sıra bir Tevfik Fikret burjuva devlet, burjuva toplum anlayışına uygun düşen kişidir. Bir Abdullah Cevdet Fransız burjuva entellektüeli anlamında aydındır. Bugünün milliyetçi magandaları Ömer Seyfettin'i, Ziya Gökalp'i severler ancak, bir Abdullah Cevdet'i, Tevfik Fiktret'i asla hazetmezler. M. Kemal bile bu konuda ikili bir davranış içindedir. "Ruhumun babası Tevfik Fikret, fikrimin babası Ziya Gökalp" demiştir. Aslında M. Kemal ne Tevfik Fikret'tir, ne de Ziya Gökalp'tir. Hatta ikisinin toplamı da değildir. M. Kemal bir kaba sığmaz. Sığmama sebebi onun bir pragmatist ve eklektik düşünüşe sahip olması nedeniyledir.
     M. Kemal'in tarihsel rolü Osmanlı feodal düşünüş ve yaşama tarzının, yönetim biçiminin yerine burjuva yaşam tarzını, burjuva düşünüşü, burjuva devleti koymak yolunda çaba içinde olmasıdır. Bu yolda M. Kemal Sovyetleri, komünistleri, Kürtleri, Osmanlı hayranlarını ve benzerlerini aldatmıştır. Aldatmadığı tek güç dünya emperyalist-kapitalist sistemi olmuştur. Çünkü onların aleyhine bir şey yapmamıştır. Bir de Kürt toprak ağalarının aleyhine bir girişimde bulunmamıştır. Kürt feodalitesi olduğu gibi kalmıştır. Eğer Kürt feodalitesini tasfiye etmiş olsaydı Kürt halkına hizmet etmiş olurdu. Ancak Kürt halkının lehine ne yapmıştır sorusuna olumlu bir cevap vermemizi gerektiren bir şey yapmamıştır. Nihayetinde söylemek gerekirse M. Kemal padişahlığı ve halifeliği tasfiye etmesi burjuva İsviçre hukukunu ve burjuva parlamentarizmini getirmiş olması nedeniyle üst yapı devrimi yapmıştır. Lenin ve Stalin böyle diyor ve bu tespit de devrimci düşünüşe uygundur.
     Türklerin tarihteki yeri çok eskilere uzanır. Orta Asya'nın en eski halklarındandır. Türkler, Türk adını ne zaman alıyor olursa olsun bu çok önemli midir? Çok önemli olamaz, çünkü Orta Asya ve oradan Anadolu'ya ve Avrupa'ya, hatta Rusya Karadeniz tarafından Macaristan, Polonya gibi ülkelere de Türk kavimlerinin farklı isimlerle göç ettikleri düşünülürse çok geniş bir coğrafyada yaşadıkları görülür.
     Dünyada böylesine yayılmış iki millet vardır. Biri Yahudiler, diğeri Türklerdir.
     Türkler genellikle kavimlerinin, boylarının, kabilelerinin adlarıyla anılmışlardır, o nedenledir ki, bir tek Türk kavminden, milletinden söz edilemiyor. Bugün Macaristan'da, Polonya'da, Yugoslavya'da Bulgaristan'da, Kırım'da, Türkiye'de, Azerbaycan'da, Türkistan'da, Arnavutluk'ta, Türkmenistan'da, Kafkaslar'da, Kıbrıs'ta, Irak'ta Türkler yaşamaktadır. Ancak bu durum için hiçbir şekilde burjuva anlamda hepsi için TÜRK MİLLETİdir ifadesini kullanamayız. Her ne kadar hepsi Türk kavmi olsa da...
     Neden Marksist literatür anlamında TÜRK MİLLETİ diyemeyiz. Çünkü, Marksist literatüre göre bir topluluğa millet diyebilmek için a) Dil birliği, b) Toprak (pazar) birliği, c) Tarih birliği, d) Ruhi, kültürel  formasyon birliği olması gerekir. Bugün baktığımızda ise Türkiye Türklerine en yakın olan Azerbaycan Türkleri ile bile aynı millet olmaktan uzaktır, çünkü toprak birliği yoktur. Yani Azerbaycan Türkleri ile Türkiye Türkleri 900'lü yıllardan beri birbirinden kopmuş durumdadır. Bu nedenledir ki, aynı devlet içinde bulunmaları mümkün değildir. Türk terimine gelince Türk adı ve Türkçe konuşma şartı devlet düzeyinde Osmanlı devletinin kuruluşundan önce Karamanoğlu devletinde ortaya çıkmıştır. Karaman bey 1277 yılında Karamanoğlu devletinde artık yazılı ve sözlü olarak Türkçe'nin resmi dil olduğunu ilan etmiştir.
     Buna mecburdu, çünkü o yıllarda Karamanoğlu beyliği ve çevresindeki diğer Türk beylikleri Moğolların saldırı ve baskısı altındaydı. Bu nedenle kendi devlet kimliklerini ortaya koydular. Ve Yunus Emre'nin, Karacaoğlan'ın, Dadaloğlu'nun, Pir Sultan'ın şiirleri Türkçe şiirlerdir. Hatta Türk kimliği ve dilini resmen kabul etmeleri bakımından Fransızlardan bile daha önceki yıllara rastlar. Fransızlara bile Fransız değil Galyalı denilmekteydi. Galler deniliyordu. O zamanlar Avrupa'da da kavimler dönemi, kavimler göçü vardı, her kavim yerinde duramayan, oradan oraya saldıran, orada oraya kaçan, göçeden bir durumdaydılar.
     Türklerde devşirmeler vardır. Türklerin devşirmelerle başları hep derde girmiştir. Bu zaafları Osmanlı yönetim yapısı nedeniyledir. Osmanlı devşirmeleri yetiştiren ENDERUN adlı okul dahi açmıştır. Osmanlı'nın en önemli askeri 2. Mahmut dönemine kadar YENİÇERİLERdi.
     Ve çok ilginçtir ki bundan ilk defa söz ediyorum, YENİÇERİLER o dönemin devşirmelerinden de öte onlar BEKTAŞİ yapılmıştı. Ve ne garip bir durumdur ki, Alevi-Bektaşi düşüncesini bile Osmanoğlu o tarihlerde bozmuştur. Bektaşilik ve Bektaşi ağaları adeta Osmanlı dinci sömürgeciliğinin en saldırgan unsurları durumundaydı. Selçuklu döneminin Alevi-Batıni düşünceli Babaileri, Şeyh Bedrettincileri gitmiş onların yerini adeta İslam fetihçisi Yeniçeri Bektaşiler ve onların ağaları almıştır. Hacı Bektaş Veli'nin türbesi Osmanlı padişahları tarafından özenle onarılmış ve korunmuş. Osmanlı padişahları Bektaşi ileri gelenleriyle ayaklarına giderek veya onları yanlarına getirterek işbirliğini devam ettiriyordu. Osmalı o zamanlar İslamcı SÖMÜRGECİLİĞİNİ Bektaşilere dayanarak (Hacı Bektaş Veli'nin ardıllarına) dayanarak sürdürmüştü. Ne zamanki Padişahlık 2. Mahmut'tan itibaren Sekbanı Cedit olarak yeniden bir askeri yapı ortaya koyup YENİÇERİLİĞİ tasfiyeye yönelmesiyle birlikte Bektaşilik de gözden düşmüş, hatta ortadan kaldırılması veya emir ve denetim  altına alınması gereken bir dini kurum haline gelmiştir. Bu olaydan sonradır Alevi-Bektaşi katliamları. Kızlıbaşlık eğer Uzun Hasan veya Şah İsmail kanalıyla Azerbaycan, İran tarafından Osmanlıya doğru ilerlediğinde zafer kazanabilseydi. Bugünün Orta Doğu tarihi de farklı olurdu. Kürtlerin tarihi de farklı olurdu. Avrupa'nın tarihi de farklı olurdu. Ancak Bektaşilikten Sünniliğe yönelen Osmanlı giderek içeride Alevi-Bektaşi avına çıkmıştır. Ancak ne resmi tarihçiler, ne de Cemal Şener, Rıza Zelyut gibi Alevi tarihçileri OSMANLI'DA BEKTAŞİLİĞİN İSLAMCI SÖMÜRGECİ rolünden asla söz etmiyor. Ne zaman ki, Osmanlı Alevi-Bektaşi katliamlarına yöneliyor ondan sonra sesleri yükseliyor. HACI BEKTAŞ'ın takipçilerinin, ardıllarını, müridlerinin Osmanlı devletinde en az 200 yıl gerici fetihçi bir rol oynadıklarından söz etmiyorlar. Bu durum gerçekten ilginçtir, EZOTERİK bir düşünüş olan ALEVİ-BEKTAŞİ düşüncesi yıllarca Selçuklular ve Arap işgalleri döneminde mazlum iken nasıl oluyor da Osmanlı'da saldırgan, fetihçi bir ideoloji haline geliyor?
     Ve Osmanlının yavaş yavaş Avrupa kapitalizmiyle tanışması onu YENİÇERİLERDEN kurtarmaya götürmüştür. Sadece yeniçeriler de değil Osmanlının devlet yapısında birçok mevkide devşirmeler yer alıyordu. Ve Türkler Osmanlı'da önem taşımayan bir teba durumundaydı. Askerlik ve toprakta çalışmak onların kaderiydi. Hatta meslekler bile onlara çok görülmüştü, meslek sahibi Türk bulmak zordu. Osmanlıdaki farklı etnik gruplar Osmanlının önemli yerlerinde bulunuyordu. Mesela Galata bankerleri ünlüdür. Bunlar Yahudilerdi. Osmanlının en ünlü mimarı Balyan ailesiydi ve onlar Ermeniydi. Sokollu Mehmet Paşa bir Sırp'tı. Bu çok uzayıp giden bir liste oluşturur. M. Kemal zamanındaki devletin kültür kurumlarına bir bakın, göreceksiniz ki, birçoğunun başında Türk olmayanlar bulunmaktaydı. Türk Tarih Kurumunu, Türk Dil Kurumunu kuranlar Türkler değildi. Osmanlı devleti kozmopolit bir devletti, her imparatorluk gibi.. Türkiye ondan kalan miras üzerine kurulmuştur, ne kadar milliyetçiliğe yönelinse de bu milliyetçilik ancak çok ilkel düşünen insanlar üzerinde etkili olabiliyor. Milliyetçiliğin etkili olduğu yerler de kıyı bölgelerden ziyade Erzurum gibi, İç Anadolu'nun bazı şehirleri gibi yerlerde etkili olabiliyor. Türk milliyetçiliğine soyundurulan Erzurum gericisi bile kendini Türk olarak değil Dadaş dediği ne idüğü belirsiz kelimeyle tanımlıyor.


23 Ağustos 2013 Cuma

BİR DEĞİNME:
KÜRTLER, TÜRKLER
VE İSLAM
 
 İslamcı Kürt feodal otorite Abdurrahman Nakşibendi


   M
ehmet Bulut yanılıyorsunuz, İslam demek Allah adlı "son put"un egemenliğini kurmak için katliam dahil her yolu kullanmak demektir.
     Örneğin bir ayette: "İnanmayanları yakalayın, elini ayağını çapraz kesin." diye emir vardır.
     Muhammet 20'nin üzerinde kabile ile savaşmış ve onları İslamlaştırmıştır. Bu kılıç yoluyla Müslümanlaştırmadır. Müslümanlaştırılan bu kabilelerin bir kısmı da Arabistan'da yaşamakta olan Yahudi kabilelerdir.
     Cihata katılma Muhammet'e biraz pahalıya patladığı da olmuştur. Her ne kadar her cihat sonucu, elde edilen savaş esiri kadın ve erkeklerden kendine köleler seçtiyse de. Her ne kadar CİHAT yoluyla elde edilen ÇAPILCULUK para ve mallarından (bu mallar, çeşitli eşyalar olabildiği gibi, koyun, deve, kumaş, erzak vb. olabiliyordu) yüzde yirmisini kendisine alıyorduysa da. 
     Ve sanıyorum HENDEK savaşı esnasında İslamı kabul etmeyen onurlu bir Arap'ın attığı taş sonucu Muhammet'in ağzındaki ön dişlerden bir kaçı kırılmıştır. Tabii o zaman ALLAH'ı ona protez diş yapabilen bir diş doktoru gönderememiştir. Bu nedenle Muhammet'in ağzında oluşan çürük dişler yattığı kadınları da rahatsız ettiğinden Muhammet kadınlarla ilişki halindeyken kadınların yüzünü bir bezle kapatarak onları kendi ağzında oluşan  pis kokusuyu koklamalarını önlemekteydi.
     Ve İslam'ın yayılma temeli de tamamen CİHAT'a dayanır. Cihat elde kılıç İslam'ı kabul ettirme savaşıdır. Bu CİHAT yoluyla savaşılanın canı da, malı da karısı, kızı da helaldir.

     Mesela, Yahudilerle olan bir kabile savaşında Muhammet'in cihatçıları (İslamcı çapulcuları) Yahudi kabilesini yenerler ve kabilenin 13 (on üç) yaşındaki kızı CÜVEYRİYE'yi de esir alırlar. Ve her esir gibi CÜVEYRİYE de ya fidye karşılığında ailesine teslim edilecektir, ya da CARİYE olarak pazarda satılacaktır. Muhammet kadın düşkünü, özellikle de sübyancı olduğundan GÜZEL CÜVEYRİYE'yi elinden kaçırmak istemez kendisi o zaman 55-60 yaş arasındadır ve CÜVEYRİYE'ye der ki, "senin fidyeni ben vereyim benin karım ol." CÜVEYRİYE için bu ya kabul edeceksin ya da öleceksin anlamı taşımaktadır. 13 yaşındaki CÜVEYRİYE sübyancı MUHAMMET'e beşinci eş yapılır.
     Bu bir, ikincisi İslam öyle bir inanca dayanan dinden ziyade bir sosyal-politik toplum biçimi ortaya koyar. Ve bunu uygular. Bunun böyle olduğu İslamı eline geçirmiş olanların CİHAT yoluyla Arabistan'dan, Çin'e kadar İslamcı sömürgeleştirmeler yoluyla (Kılıç Müslümalığı) yayılmasından bellidir. Ve gerçek olan İslamın Arabistan'dan Kuzey Afrika hattıyla İspanya'ya kadar yayılmasıdır. Ve Arabistan'dan Kürdistan üzerinden Türkiye ve Doğu Avrupa'ya kadar yayılması, halkları İslamcı sömürgeciliğin birer unsuru yapması söz konusudur.
     Bu sadece TANRI vardır, yoktur, onun varlığına inanalım, inanmayalım meselesi değildir. Bu öyle bir korkunç sömürgeciliktir ki, insanı adeta bir psikolojik      manyağa çevirir. İnsan su içerken bile besmele çeker, işerken bile destur der ki, oradan şeytanlar savulsun gitsin diye; bir yere girerken bile sağ ayağın atar ki, güya cennetliklere de amel defteri sağ ellerine verilecekmiş, cehennemlikler için ise sol ellerine. Böyle manyak bir ruh hali yaratmıştır İslam.
     Öte yandan İslam halklarda geleneksel kültür de bırakmak istememektedir, halkların olumlu sayılabilecek geleneksel kültürlerini asimile edip yerine İslami kültürü koymaktadır. Örneğin bu sizin adınıza bile yansımıştır. MEHMET adı Muhammet adının bozulmuş bir şeklinden başka birşey değildir. Kürt halkında Kürtçe isimlerden ziyade ARAP ADLARI bulunmaktadır. Bunun sebebi Kürt kültürünün Arap dinci asimilasyona uğramasıdır.

     Türk sömürgeciliğinden bol bol söz ediliyor, evet buna ben de katılıyorum ve Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkından yanayım ve ayrı bir devlet kurmak Kürtlerin hakkıdır, ancak Türk sömürgeciliği anlamında Türk dilinin Kürtlere benimsetilmesi ve kullandırılması dışında kültürel planda bir Türk kültür asimilasyonu var mıdır? Ben göremiyorum. Benim farkettiğim gerek Kürtlerde gerekse Türklerde kültürel, sosyal yaşamda Arap dinci-sömürgeciliğinin asimilasyıunun ağır bastığıdır. Bu Kürtlerde Türklerden daha yoğundur, Türkler İslam sömürgeciliğine karşı Orta Asya'da 150 yıl direnmişlerdir. Ve Alevi-Bektaşi düşüncesi icat ederek de İslam'a direnmişlerdir. Türkiye'deki İslam casusları, İslam işbirlikçileri Sivas'ta, Maraş'ta Alevi katliamları yapmışlardır.
     Ancak Kürtlere yönelik hiçbir İslamcı katliam yapılmamıştır. Çünkü Türk halkı İslamı esas olarak dışlamıştır, fakat Kürt halkının egemenleri olan Aşiret reisleri, toprak ağaları, şeyhler, şıhlar İSLAMIN İŞBİRLİKÇİLERİ, İSLAMIN KÜRDİSTANDAKİ CASUSLARIDIR. Ve Kürt halkının beynini İslamla öyle yıkamışlardır ki, İSLAM SÖMÜRGECİLİĞİ karşı çıkılması değil benimsenmesi gereken bir ideoloji ve yaşam biçimi haline gelmiştir.
     İslam 900'lü yıllarda özellikle Cengiz Han'ın Moğol-Tatarlarının sonra da Selçuklu Türkleri devletinin saldırıları sonucu Abbasilerin elinden alınır, bu kez İslam yine bir sömürgeci ideoloji olarak Selçuklu Sultanlarının gerici emellerinin hizmetindedir. Türk halkı Selçuklu'nun zulmü altında inlemektedir.
     İşte özellikle o dönemlerde ve ondan yüzyıl kadar öncesinde Şaman Türk kültürü ve EZOTERİK düşünce ile İSLAMİYET'i harmanlayan TÜRKLERİN bir kısmı ALEVİLER olarak gerici Türk devleti Selçuklulara karşı ve yine Anadolu Selçuklu Devletine karşı ALEVİ düşüncesi, BATINİLİK düşüncesi altında mücadele ederler.
     Eğer İslam zorbalık, baskı ve zulüm olmasaydı, BABAİ İSYANLARI, PİR SULTANLAR, BABEKİLER ortaya çıkar mıydı?
     Ve Osmanlı devleti döneminde de İSLAM Selçuklunun yıkılmasından sonra Osmanlının eline geçmiştir. Bu kez Osmanlı İslamın CİHATÇI karakterinin yolundan giderek Avrupa halklarını ve ülkelerini sömürgeleştirmiştir. Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Yugoslavya, Macar halkları Osmanlının sömürgesi (İSLAMCI SÖMÜRGESİ) haline gelmişlerdir. Ve bu sömürgecilikten Fransız Devriminin estirdiği ulusal devlet, ulusların kaderlerini tayin hakkı rüzgarları nedeniyle uyanabilmişler ve ulusal mücadeleye atılmışlar ve 1820'lerden itibaren Osmanlı'dan koparak ulusal devletlerini kurmuşlardır.
     Osmanlıya ulusal anlamda başkaldırmayan tek ulus KÜRTLER olmuştur, çünkü KÜRT TOPRAK ağaları da İSLAMCI zihniyettedirler ve onlara OSMANLI bir çeşit otonomi vermiştir. Kürt halkını Osmanlı ile KÜRT toprak ağaları birlikte sömürmüş ve baskı altına almışlardır.


İşte;  İslam’da Katliam, Şiddet, Baskı, Zulüm Ayetleri

tevbe:5 - hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.
tevbe/9/29. kitap verilenlerden, Allah`a, ahiret gününe inanmayan, Allah`in ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarini büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.
maide:33 - Allah ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. bu onlara dünyada bir rezilliktir. onlara ahirette büyük azab vardır.

nisa:89 - onlar kendileri inkar ettikleri gibi, keşki siz de inkar etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. onlardan dost ve yardımcı edinmeyin.

muhammed:4 - savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz.

enfal:12 - rabbin meleklere, "ben sizinleyim, inananları destekleyin" diye vahyetti. "ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun onların boyunları üstüne, vurun her parmağına" dedi.

bakara:191 - onları bulduğunuz yerde öldürün. sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür. mescidi haram'ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. sizinle savaşırlarsa onları öldürün. inkar edenlerin cezası böyledir.

bakara:178 - ey inananlar! öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın. öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. bu, rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir. bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır.

nisa:15 - kadınlarınızdan zina edenlere, bunu ispat edecek aranızdan dört şahit getirin, şehadet ederlerse, ölünceye veya Allah onlara bir yol açana kadar evlerde tutun.

maide:38 - erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah güçlüdür, hakim'dir.

nur:2 - zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda o ikisine acımayın. onların ceza görmesine, inananlardan bir topluluk da şahit olsun.

nur:4 - iffetli kadınlara zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul etmeyin. işte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.

2 Ağustos 2013 Cuma

LENİNİST DEVRİM, MAOİST DEVRİM...

DEVRİMİN YOLU MAOİST UZUN SÜRELİ SAVAŞ STRATEJİSİ’NDEN (USSS) GEÇMEKTEDİR…

LENİNİST DEVRİMİN YOLU YENİ BİR DÜNYA SAVAŞINA KADAR KAPALIDIR



   Lenin bunu NE YAPMALI kitabında ortaya koyuyor. Ama artık çözüm olmayan bir yöntemdir. Nedir Lenin'in bu konudaki Stratejisi; RUSYA ÇAPINDA BİR GAZETE VE BU GAZETEYE DAYANARAK PARTİ ÖRGÜTLENMESİ VE YASAL (SİLAHLI MÜCADELEYE DAYANMAYAN ) bir çalışma tarzıyla devrimci durumun oluşmasını beklemek ve devrimci durum oluştuğunda GENEL AYAKLANMA. Bu STRATEJİ Rusya'da uygulandı başarıya ulaştı. Ancak stratejiyi başarıya götüren 1914 yılında bir Emperyalist Dünya Savaşının çıkmasıydı. Eğer Birinci Emperyalist Dünya Savaşı çıkmasaydı Rusya'da asla devrim olamazdı. Nitekim. Doğu Avrupa'da yaşanan devrimler de İkinci Dünya Savaşının çıkması sonucu gerçekleşmiştir. Ve 1945'lerden bu yana yani İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana neden Leninist devrim stratejisi olan GENEL AYAKLANMAYLA bir devrim olmadı, gerçekleştirilemedi, düşündünüz mü? Bir dünya savaşı çıkmadan GENEL AYAKLANMA meydana gelmez. Dünya savaşı dışında bir ülkede devrimci kriz (devrimci durum) ortaya çıkmıyor ve çıkması da imkansız. Bu nedenle LENİNİST DEVRİM yapmak için dünya savaşının çıkmasını beklemek lazım, bu bir aptallık değil mi? Halbuki Mao Tsé-toung devrimin yolunun dünya savaşına bağlı olmadan Uzun Süreli Savaş Stratejisiyle gerçekleşebileceğini kanıtlamıştır. Ve bu stratejiyle Çin'de, Vietnam'da, Kampuchea'da devrimler gerçekleşmiştir. Ve bu stratejiyi uygulayan MLM partiler dünyanın birçok yerinde devrime doğru ilerlemektedirler. Leninist Strateji sadece Dünya Savaşı koşullarında geçerlidir artık dünya solları abesle iştigal etmemeli bu gerçeği görmelidir. Dolayısıyla Mao Tsé-toung'u bir usta olarak literatürlerine yerleştirmelidirler. Hala cahilliğe devam edeceğiz diyorsanız, yıkılacaksınız demektir.