ÜÇ LİDER TEK ÖRNEK
Tutuklandıktan
sonraki tutumlarıyla Kaypakkaya, Perinçek ve Öcalan
karşılaştırılmalıdır. Bu bile kimin devletin adamı kimin halk önderi
olduğunu anlamamıza yarar


Köylü kurnazı Sabahat Tuncel, Apolarına yapılan muamele ile bu muameleyi ( Kaypakakaya'ya hapishanede yapılan işkence ve sonrasında ölümü) bir karşılaştırsın. Sonra da devlet tarafından Apolarına neden iyi davranıldığını ve Apolarının kozmik odadaki bilgilerinin halka açıklanmasını istesin.
İşte Apolarının tutuklandıktan sonraki durumuna dair unutulmayacak sözler ve tavırlar:
“… Öcalan’ın avukatları Ahmet Zeki Okçuoğlu ile Hatice Korkut, yanlarında Mudanya Sulh Ceza Hâkimi ile birlikte Öcalan’ın yanına girdiler. Özel görüşme yerinde karşılıklı oturdular. Öcalan’ın hâkim nezaretindeki ilk sözü ‘ TÜRK DEVLETİ BANA KARŞI HERHANGİ BİR OLUMSUZ DAVRANIŞ GÖSTERMEDİ. İŞKENCE VE BASKI YAPMADI. HER TÜRLÜ İHTİYACIMI GİDERDİ ’ şeklindeydi. Öcalan’ın bu sözleri avukatlarının donup kalmalarına neden oldu. Öcalan bir adım daha ileri gitti. Hâkime ‘ BU SÖZLERİMİ TUTANAĞA GEÇİRİN. BEN İŞKENCE VE BASKI GÖRMEDİM ‘ dedi. İlk şaşkınlıklarını atan iki avukat ise hâkime ‘Hayır, bunu yapamazsınız. Biz size bunu yaptırmayız. Bu sözlerin tutanağa geçmesini istemiyoruz‘ dediler. Avukatlarına bu kez çok kızan ve sert tepki gösteren Öcalan, ısrarını sürdürdü : ‘ TEKRAR EDİYORUM. BANA İŞKENCE VE HERHANGİ BİR BASKI YAPILMADI. HER TÜRLÜ İHTİYACIM GİDERİLDİ. BENİM AÇIMDAN BU SÖZLERİN TUTANAĞA GEÇMESİNDE HİÇBİR SAKINCA YOKTUR. HATTA SÖZLERİMİN ÖZELLİKLE TUTANAĞA GEÇİRİLMESİNİ İSTİYORUM ’ dedi. Bu durumdan hiç hoşnut olmayan iki avukatı da adadan ‘derhal ayrılmak istediklerini‘ belirttiler ve İstanbul’a döndüler. Öcalan’ın bu sözleri ve ısrarı üzerine ‘ işkence görmediği ‘ tutuklandıktan sonra ilk kez tutanağa geçti…” ( Oya Armutçu – Lamia Ayhan, İmralı’nın Perde Arkası, s. 49 - 50)
“… Adalet Bakanlığı büyük bir fedakârlık daha yaparak Öcalan için elindeki Bakanlık ambulansını bile İmralı Adası’na gönderdi. Bakanlığın ambulansının adaya gönderilmesi ve bakanlığın tetkik hâkimlerinden birisinin de ambulans beklenirken masasının başında kalp krizi geçirerek ölümü büyük bir burukluğa neden oldu. Bakanlık çevrelerinde ‘ Öcalan için devlet, bakanlığın ambulansını bile adaya gönderdi. Devletin hâkimi de ambulans yokluğundan öldü ’ isyanı yaşandı. Ancak bu acı ve büyük üzüntü yaratan olay, bakanlığın koridorlarından dışarı yansımadı. Öcalan’ın adadaki güvenliğini sağlamak en önemli sorundu. Adalet Bakanlığı’nın adadaki gardiyanları ise böyle bir sanığın güvenliğini sağlayabilecek deneyim ve birikime sahip değildi. Bütün dünya Öcalan’ın sağlık durumu ve güvenliği ile ilgiliydi. Yakalandığı günden itibaren biri kardiyolog, diğeri psikolog dört uzman doktorun gözetiminde tutulan ve sağlık raporları her gün Adalet ve Dışişleri fax zinciri ile 2.5 ay Avrupa’ya geçilen ÖCALAN’IN YAŞAMASI, TÜRK DEVLETİNİN ÖNCELİKLİ SORUNUYDU… Öcalan’ın odasında bir diş macunu, bir diş fırçası, bir sabun, bir takım elbise, eşofman takımı ve iç çamaşırı bulunabilecekti. Öcalan’a üç kitap verilmişti. Bu kitapları bizzat bakanlık yönetimi belirledi. Öcalan’a verilen kitaplar : ‘Büyük Atatürk Nutku’, ‘Osmanlı Tarihi’ ve ‘Diyarbakır’ın Yetiştirdiği Türk Büyükleri’ idi. Öcalan iki gün önceki gazeteleri de okuyabilecekti. Güvenliği açısından yiyeceği yemeğe de büyük özen gösterildi. Zehirlenme tehlikesine karşı Öcalan’ın yemeğini önce aşçı, sonra cezaevi müdürü, ardından gardiyan tadacaktı. Yemek, bu aşamalardan sonra Öcalan’a servis yapılacaktı… Adalet Bakanlığı, İmralı’nın mahkum sinemasından özel ve fiziksel açıdan açıdan mükemmel bir duruşma salonu oluşturulması için büyük titizlik gösterdi. Bakanlık mühendisleri yerine dışarıdan özel mühendisler getirildi. SALON, ABD’Lİ DANIŞMANLARIN TAVSİYESİ DOĞRULTUSUNDA DİZAYN EDİLDİ. Salonla ilgili olarak hiçbir ayrıntı gözden kaçırılmadı…” (Adı geçen eser, s. 77 – 81)
“… (Öcalan) kendi isteğiyle ikinci kez verdiği 03. 04. 1999 günlü ifadesinde de, ‘… Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde de demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben bu sonuca vardım ‘ demiştir… “Adı geçen eser, s. 116)
Sabahat Tuncel’in Başbakan’a Sorusu
Apocu karşı-devrim çetesinden milletvekili Sabahat Tuncel Amerika’nın Recep’ine Kaypakkaya’nın katliyle ilgili sorular sormuş. “Yüzleşmek” gerekiyormuş. Evet bu “yüzleşmek” adlı yeni oyun da bir neo-liberal bir argüman. Devrimcilerin kılavuzu sınıf mücadelesidir ve bu mücadelede iktidarı hedefler, o nedenle “yüzleşme”, “barışma” gibi argümanlar burjuva aldatmacası olarak ortaya sürülmektedir.
Sabahat Tuncel, Kaypakkayayı savunanlara şirin görünerek saflarına çekip, kendi karşı-devrim çetelerine yönelik tavırları önlemek amacıyla verdiği soru metni şöyle:
“ -- İbrahim Kaypakkaya'nın Katledilişinin 40. Yılında Kaypakkaya'nın Ölümünü Başbakan Erdoğan'a Sorduk
İstanbul Milletvekilimiz Sebahat Tuncel İbrahim Kaypakkaya'nın
katledilişinin 40. yılında Kaypakkaya'nın ölümünü Başbakan Recep Tayyip
ERDOĞAN'a sordu:
----İbrahim Kaypakkaya, Dersim Bölgesinde Türkiye Komünist
Partisi/Marksist-Leninist’in (TKP/ML) faaliyetlerini yürütürken Vartinik
köyü Mirik Mezrasında 26 Ocak 1973 tarihinde çıkan çatışmada
yaralanmıştır.
----İbrahim Kaypakkaya, Tunceli Savcılığı’nca ifadesi alındıktan sonra
Diyarbakır’a götürülmüştür. Sıkıyönetim Tutukevi’nden babası Ali
Kaypakkaya’ya göndermiş bulunduğu mektupla durumunu bildirmiştir.
----Kaypakkaya, daha sonra Sıkıyönetim Tutukevi’nin yanında bulunan
TKP/ML davasından yargılanacak olan arkadaşlarının da bulunduğu ayrı bir
binadaki 3 No’lu Hücre’ye tek başına konmuştur. Ayları bulan
işkencelerden sonra İbrahim Kaypakkaya, bir üsteğmen ve dört asker
tarafından TKP/ML tutuklularının bulunduğu hücrelerin önünden geçirilip
götürülmüştür. Arkadaşları, hücrelerin kapısının açık olduğunu ve bir
cipe bindirilerek götürüldüğünü belirtmektedir. Arkadaşları
ayaklarındaki pansuman için hastaneye kaldırılmak üzere götürüldüğünü
düşünmüşlerdir.
Görgü tanıklarının belirttiğine göre Kaypakkaya, en ağır işkencelerin
yapıldığı, bugün bile Diyarbakır’da eski MİT binası diye bilinen yere
götürülmüştür. Bu bina hâlâ ayakta olup faal değildir. Söz konusu
binanın, Ekinciler Caddesi ile Kışla Caddesi’nin kestiği köşede olup
Kurt İsmail Paşa 2. Sokak üzerinde olduğu bilinmektedir. Üç ay boyunca
işkenceden geçirilen Kaypakkaya’ya işkence yapılmaya devam edilir. 18
Mayıs 1973 tarihinde ailesine Kaypakkaya’nın öldüğü bildirilmiştir.
Kaypakkaya’nın cesedi paramparça bir şekilde babası Ali Kaypakkaya’ya
bir torba içerisinde teslim edilmiştir. Bu husus, Ali Kaypakkaya’nın
vermiş olduğu röportajlarla sabittir.
1. Ordu Komutanlığı, 2 No’lu Askeri Mahkemesi’ne sunulan 6 Kasım 1973
tarihli dilekçede, İbrahim Kaypakkaya, 3 No’lu Hücreden alınıp
götürülürken “yanındaki hücrelerde gözaltında bulunan Nuri Yaman, Celal
Bozatlı, Mehmet Altınbaş ve Hasan Zengin tarafından” görüldüğü
belirtilmiştir.
Diyarbakır’dan İstanbul’a götürülen TKP/ML davası tutukluları,
İstanbul’da görülen davanın duruşmasında “Arkadaşımız İbrahim Kaypakkaya
işkence edilerek öldürüldü” beyanında bulunarak bu konuda devletin
açıklama yapmasını istemişlerdir.
Yine o dönem tutuklu bulunan İsmet Tufan Yazıcı tarafından, Ankara 2
No’lu Askeri Mahkeme’sine sunulan 31 Ocak 1974 tarihli dilekçede
“İbrahim Kaypakkaya 16.5.1973 günü Diyarbakır Askeri Cezaevinde kalmakta
olduğu hücresinden sivil şahıslar tarafından alınmış ve götürülmüştür.
Tutuklular iki gün sonra öldürüldüğünü duymuş ve cezaevine sormuşlardır.
Cezaevi, İbrahim KAYPAKKAYA’nın askeri savcılıktan istendiğini ve bu
nedenle yolladıklarını, askeri cezaevinden kaydının silinmesi için
kendilerine haber geldiğini bildirmişlerdir” beyanında bulunmuştur.
Aradan kırk yıl geçmesine rağmen İbrahim Kaypakkaya’nın intihar
ettiğine dair resmi kayıt, hâlâ kimsenin itibar etmediği bir kayıt
olarak ve sadece arşivlerde varlığını korumaktadır. Kaypakkaya’nın
işkence edilerek katledilişine dair yapılan başvurular sonucunda resmî
merciler tatmin edici tek bir açıklama dahi yapmamıştır.
Bu bağlamda;
1. Demokratikleşmenin en önemli unsurlarından biri olan yüzleşmeyi
gerektireceği ve İbrahim Kaypakkaya’nın işkence ile katledilişine dair
devletin elinde bulunan bütün bilgi ve belgelerin kamuoyuna
açıklanmasına olanak tanıyacak mısınız?
2. İbrahim Kaypakkaya hakkında henüz bir dava açılmadığı,
yargılanmadığı hâlde katledilmesine rağmen bugün Kaypakkaya’yı anmak
için yapılan etkinliklerin suç ve suçluyu övmek, yasadışı örgüt
propagandası yapmak suçlamalarıyla kriminalize edilmesi, yasaklanması ve
bunların soruşturma ve kovuşturmalara konu edilmeleri, demokrasi için
vazgeçilmez olan ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri haklarını ortadan
kaldıran uygulamalar değil midir?
3. Yukarıda anılan anma etkinliklerini suç ve suçluyu övmek ya da örgüt
propagandası soruşturmalarıyla karşılayan adlî kolluk ve soruşturma
makamları Kaypakkaya’nın annesi Şükran Kaypakkaya hakkında dahi
soruşturma açmakta bir beis görmemektedir. Devletin, karanlık geçmişiyle
yüzleşirken en azından Kaypakkaya’nın katillerini tespit etmesi kamuoyu
beklentisi iken tam aksi bir tutumun sürdürülmesinin açıklaması
yapılacak mıdır? İbrahim Kaypakkaya’nın katillerinin tespit etmek için
herhangi bir araştırma yapılması düşünülmekte midir? ”
