18 Mayıs 2013 Cumartesi

ÜÇ LİDER TEK ÖRNEK

Tutuklandıktan sonraki tutumlarıyla Kaypakkaya, Perinçek ve Öcalan karşılaştırılmalıdır. Bu bile kimin devletin adamı kimin halk önderi olduğunu anlamamıza yarar



 

     Köylü kurnazı Sabahat Tuncel, Apolarına yapılan muamele ile bu muameleyi ( Kaypakakaya'ya hapishanede yapılan işkence ve sonrasında ölümü) bir karşılaştırsın. Sonra da devlet tarafından Apolarına neden iyi davranıldığını ve Apolarının kozmik odadaki bilgilerinin halka açıklanmasını istesin.

     İşte Apolarının tutuklandıktan sonraki durumuna dair unutulmayacak sözler ve tavırlar:

      “… Öcalan’ın avukatları Ahmet Zeki Okçuoğlu ile Hatice Korkut, yanlarında Mudanya Sulh Ceza Hâkimi ile birlikte Öcalan’ın yanına girdiler. Özel görüşme yerinde karşılıklı oturdular. Öcalan’ın hâkim nezaretindeki ilk sözü ‘ TÜRK DEVLETİ BANA KARŞI HERHANGİ BİR OLUMSUZ DAVRANIŞ GÖSTERMEDİ. İŞKENCE VE BASKI YAPMADI. HER TÜRLÜ İHTİYACIMI GİDERDİ ’ şeklindeydi. Öcalan’ın bu sözleri avukatlarının donup kalmalarına neden oldu. Öcalan bir adım daha ileri gitti. Hâkime ‘ BU SÖZLERİMİ TUTANAĞA GEÇİRİN. BEN İŞKENCE VE BASKI GÖRMEDİM ‘ dedi. İlk şaşkınlıklarını atan iki avukat ise hâkime ‘Hayır, bunu yapamazsınız. Biz size bunu yaptırmayız. Bu sözlerin tutanağa geçmesini istemiyoruz‘ dediler. Avukatlarına bu kez çok kızan ve sert tepki gösteren Öcalan, ısrarını sürdürdü : ‘ TEKRAR EDİYORUM. BANA İŞKENCE VE HERHANGİ BİR BASKI YAPILMADI. HER TÜRLÜ İHTİYACIM GİDERİLDİ. BENİM AÇIMDAN BU SÖZLERİN TUTANAĞA GEÇMESİNDE HİÇBİR SAKINCA YOKTUR. HATTA SÖZLERİMİN ÖZELLİKLE TUTANAĞA GEÇİRİLMESİNİ İSTİYORUM ’ dedi. Bu durumdan hiç hoşnut olmayan iki avukatı da adadan ‘derhal ayrılmak istediklerini‘ belirttiler ve İstanbul’a döndüler. Öcalan’ın bu sözleri ve ısrarı üzerine ‘ işkence görmediği ‘ tutuklandıktan sonra ilk kez tutanağa geçti…” ( Oya Armutçu – Lamia Ayhan, İmralı’nın Perde Arkası, s. 49 - 50)

“… Adalet Bakanlığı büyük bir fedakârlık daha yaparak Öcalan için elindeki Bakanlık ambulansını bile İmralı Adası’na gönderdi. Bakanlığın ambulansının adaya gönderilmesi ve bakanlığın tetkik hâkimlerinden birisinin de ambulans beklenirken masasının başında kalp krizi geçirerek ölümü büyük bir burukluğa neden oldu. Bakanlık çevrelerinde ‘ Öcalan için devlet, bakanlığın ambulansını bile adaya gönderdi. Devletin hâkimi de ambulans yokluğundan öldü ’ isyanı yaşandı. Ancak bu acı ve büyük üzüntü yaratan olay, bakanlığın koridorlarından dışarı yansımadı. Öcalan’ın adadaki güvenliğini sağlamak en önemli sorundu. Adalet Bakanlığı’nın adadaki gardiyanları ise böyle bir sanığın güvenliğini sağlayabilecek deneyim ve birikime sahip değildi. Bütün dünya Öcalan’ın sağlık durumu ve güvenliği ile ilgiliydi. Yakalandığı günden itibaren biri kardiyolog, diğeri psikolog dört uzman doktorun gözetiminde tutulan ve sağlık raporları her gün Adalet ve Dışişleri fax zinciri ile 2.5 ay Avrupa’ya geçilen ÖCALAN’IN YAŞAMASI, TÜRK DEVLETİNİN ÖNCELİKLİ SORUNUYDU… Öcalan’ın odasında bir diş macunu, bir diş fırçası, bir sabun, bir takım elbise, eşofman takımı ve iç çamaşırı bulunabilecekti. Öcalan’a üç kitap verilmişti. Bu kitapları bizzat bakanlık yönetimi belirledi. Öcalan’a verilen kitaplar : ‘Büyük Atatürk Nutku’, ‘Osmanlı Tarihi’ ve ‘Diyarbakır’ın Yetiştirdiği Türk Büyükleri’ idi. Öcalan iki gün önceki gazeteleri de okuyabilecekti. Güvenliği açısından yiyeceği yemeğe de büyük özen gösterildi. Zehirlenme tehlikesine karşı Öcalan’ın yemeğini önce aşçı, sonra cezaevi müdürü, ardından gardiyan tadacaktı. Yemek, bu aşamalardan sonra Öcalan’a servis yapılacaktı… Adalet Bakanlığı, İmralı’nın mahkum sinemasından özel ve fiziksel açıdan açıdan mükemmel bir duruşma salonu oluşturulması için büyük titizlik gösterdi. Bakanlık mühendisleri yerine dışarıdan özel mühendisler getirildi. SALON, ABD’Lİ DANIŞMANLARIN TAVSİYESİ DOĞRULTUSUNDA DİZAYN EDİLDİ. Salonla ilgili olarak hiçbir ayrıntı gözden kaçırılmadı…” (Adı geçen eser, s. 77 – 81)

“… (Öcalan) kendi isteğiyle ikinci kez verdiği 03. 04. 1999 günlü ifadesinde de, ‘… Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde de demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben bu sonuca vardım ‘ demiştir… “Adı geçen eser, s. 116)

Sabahat Tuncel’in Başbakan’a Sorusu


     Apocu karşı-devrim çetesinden milletvekili Sabahat Tuncel Amerika’nın Recep’ine Kaypakkaya’nın katliyle ilgili sorular sormuş. “Yüzleşmek” gerekiyormuş. Evet bu “yüzleşmek” adlı yeni oyun da bir neo-liberal bir argüman. Devrimcilerin kılavuzu sınıf mücadelesidir ve bu mücadelede iktidarı hedefler, o nedenle “yüzleşme”, “barışma” gibi argümanlar burjuva aldatmacası olarak ortaya sürülmektedir.

      Sabahat Tuncel, Kaypakkayayı savunanlara şirin görünerek saflarına çekip, kendi karşı-devrim çetelerine yönelik tavırları önlemek amacıyla verdiği soru metni şöyle:

 “ -- İbrahim Kaypakkaya'nın Katledilişinin 40. Yılında Kaypakkaya'nın Ölümünü Başbakan Erdoğan'a Sorduk
    İstanbul Milletvekilimiz Sebahat Tuncel İbrahim Kaypakkaya'nın katledilişinin 40. yılında Kaypakkaya'nın ölümünü Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN'a sordu:
----İbrahim Kaypakkaya, Dersim Bölgesinde Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist’in (TKP/ML) faaliyetlerini yürütürken Vartinik köyü Mirik Mezrasında 26 Ocak 1973 tarihinde çıkan çatışmada yaralanmıştır.
----İbrahim Kaypakkaya, Tunceli Savcılığı’nca ifadesi alındıktan sonra Diyarbakır’a götürülmüştür. Sıkıyönetim Tutukevi’nden babası Ali Kaypakkaya’ya göndermiş bulunduğu mektupla durumunu bildirmiştir.
----Kaypakkaya, daha sonra Sıkıyönetim Tutukevi’nin yanında bulunan TKP/ML davasından yargılanacak olan arkadaşlarının da bulunduğu ayrı bir binadaki 3 No’lu Hücre’ye tek başına konmuştur. Ayları bulan işkencelerden sonra İbrahim Kaypakkaya, bir üsteğmen ve dört asker tarafından TKP/ML tutuklularının bulunduğu hücrelerin önünden geçirilip götürülmüştür. Arkadaşları, hücrelerin kapısının açık olduğunu ve bir cipe bindirilerek götürüldüğünü belirtmektedir. Arkadaşları ayaklarındaki pansuman için hastaneye kaldırılmak üzere götürüldüğünü düşünmüşlerdir.

Görgü tanıklarının belirttiğine göre Kaypakkaya, en ağır işkencelerin yapıldığı, bugün bile Diyarbakır’da eski MİT binası diye bilinen yere götürülmüştür. Bu bina hâlâ ayakta olup faal değildir. Söz konusu binanın, Ekinciler Caddesi ile Kışla Caddesi’nin kestiği köşede olup Kurt İsmail Paşa 2. Sokak üzerinde olduğu bilinmektedir. Üç ay boyunca işkenceden geçirilen Kaypakkaya’ya işkence yapılmaya devam edilir. 18 Mayıs 1973 tarihinde ailesine Kaypakkaya’nın öldüğü bildirilmiştir. Kaypakkaya’nın cesedi paramparça bir şekilde babası Ali Kaypakkaya’ya bir torba içerisinde teslim edilmiştir. Bu husus, Ali Kaypakkaya’nın vermiş olduğu röportajlarla sabittir.
1. Ordu Komutanlığı, 2 No’lu Askeri Mahkemesi’ne sunulan 6 Kasım 1973 tarihli dilekçede, İbrahim Kaypakkaya, 3 No’lu Hücreden alınıp götürülürken “yanındaki hücrelerde gözaltında bulunan Nuri Yaman, Celal Bozatlı, Mehmet Altınbaş ve Hasan Zengin tarafından” görüldüğü belirtilmiştir.

Diyarbakır’dan İstanbul’a götürülen TKP/ML davası tutukluları, İstanbul’da görülen davanın duruşmasında “Arkadaşımız İbrahim Kaypakkaya işkence edilerek öldürüldü” beyanında bulunarak bu konuda devletin açıklama yapmasını istemişlerdir.

Yine o dönem tutuklu bulunan İsmet Tufan Yazıcı tarafından, Ankara 2 No’lu Askeri Mahkeme’sine sunulan 31 Ocak 1974 tarihli dilekçede “İbrahim Kaypakkaya 16.5.1973 günü Diyarbakır Askeri Cezaevinde kalmakta olduğu hücresinden sivil şahıslar tarafından alınmış ve götürülmüştür. Tutuklular iki gün sonra öldürüldüğünü duymuş ve cezaevine sormuşlardır. Cezaevi, İbrahim KAYPAKKAYA’nın askeri savcılıktan istendiğini ve bu nedenle yolladıklarını, askeri cezaevinden kaydının silinmesi için kendilerine haber geldiğini bildirmişlerdir” beyanında bulunmuştur.

Aradan kırk yıl geçmesine rağmen İbrahim Kaypakkaya’nın intihar ettiğine dair resmi kayıt, hâlâ kimsenin itibar etmediği bir kayıt olarak ve sadece arşivlerde varlığını korumaktadır. Kaypakkaya’nın işkence edilerek katledilişine dair yapılan başvurular sonucunda resmî merciler tatmin edici tek bir açıklama dahi yapmamıştır.

Bu bağlamda;

1. Demokratikleşmenin en önemli unsurlarından biri olan yüzleşmeyi gerektireceği ve İbrahim Kaypakkaya’nın işkence ile katledilişine dair devletin elinde bulunan bütün bilgi ve belgelerin kamuoyuna açıklanmasına olanak tanıyacak mısınız?

2. İbrahim Kaypakkaya hakkında henüz bir dava açılmadığı, yargılanmadığı hâlde katledilmesine rağmen bugün Kaypakkaya’yı anmak için yapılan etkinliklerin suç ve suçluyu övmek, yasadışı örgüt propagandası yapmak suçlamalarıyla kriminalize edilmesi, yasaklanması ve bunların soruşturma ve kovuşturmalara konu edilmeleri, demokrasi için vazgeçilmez olan ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri haklarını ortadan kaldıran uygulamalar değil midir?

3. Yukarıda anılan anma etkinliklerini suç ve suçluyu övmek ya da örgüt propagandası soruşturmalarıyla karşılayan adlî kolluk ve soruşturma makamları Kaypakkaya’nın annesi Şükran Kaypakkaya hakkında dahi soruşturma açmakta bir beis görmemektedir. Devletin, karanlık geçmişiyle yüzleşirken en azından Kaypakkaya’nın katillerini tespit etmesi kamuoyu beklentisi iken tam aksi bir tutumun sürdürülmesinin açıklaması yapılacak mıdır? İbrahim Kaypakkaya’nın katillerinin tespit etmek için herhangi bir araştırma yapılması düşünülmekte midir? ”
 

9 Mayıs 2013 Perşembe

KOKUŞAN PKK CENAZESİ GECİKMELİ OLARAK KALDIRILIRKEN...

 



   Öcalan
'ın yakalandıktan sonra sorgu ifadelerini okuyu, göreceksiniz ki, silah bırakma ve yurt dışı olayını daha o zaman can derdine düşerek kabul edip, deklare etmişti...

     Akil Adamlar o zaman nerdeydi?

     1999 yılındaki ifadelerini o zamanın derin devleti işleme koydurtmadı...

     Hatta korku boku nedeniyle Öcalan 2009 yılına kadar Atatürkçü kesilmişti...

     Akil Adamlar ve AKP o zaman neredeydi?

     Akil Adam denilen kapitalist sistemin elemanları o zaman da vardı, AKP o zaman da vardı; ancak derin devlet o zaman önemli bir çoğunluğuyla "Silivri Dinlenme Kampı"nda değildi.

     Yeni derin devletin oluşumu ve eski derin devletin tasfiyesiyle birlikte belli bir dönem derin Apo'yu sessizliğe bürüdüler.  Ve 2009'da eski derin devletin tasfiyesiyle birlikte Apo tekrar gündeme oturtulmaya başlandı. Ve Oslo Görüşmeleri İngiliz istihbaratının güdümünde yürürken Fethullahçı güçler maraza çıkardı.

     Bugün gelinen noktada Barış Süreci martavalı yeniden hortlatıldı. Çünkü böyle bir martavala AKP'nin iktidar açısından ihtiyacı var... Öcalan'ın İslam soslu açıklamaları işin tuzu biberidir.

     PKK 1976 sonrası olağandışı birşekilde anormal olarak derin devlet güdümünde kurdurulmuş, Soğuk Savaş'ın bitmesiyle birlikte de sonlandırılması, defterinin dürülmesi gerekiyordu. Nihayetinde Apo ve PKK üslendiği Suriye'den çıkartıldı ve üç ay gibi kısa bir sürede dünyanın hakimi ve Apo'nun asıl ağababası ABD tarafından Kenya'da yakalanarak devlete teslim edildi.

     Devlet için de zaten yeni bir süreç başlamıştı, bu Avrupa Birliği'ydi; bu sürece uygun olarak idam cezası kaldırldı. Ve 1969'lardan beri kullandıkları Apocuklarını 1999 yılında "İmralı Dinlenme Kampı"nda misafir etmeye başladılar.

     Ve yakalanan Apo'yu bütün alçaklar gibi ölüm korkusu sardı. Hizmet ettiği devleti ona getirildiği uçakta "Memlekete hoşgeldin Öcalan" diyordu. O ise "Benim memleketim Kürdistan kurulmadı, hoş bulmadık!" diyemiyordu. Çünkü düzenlenen savaş sahte bir savaştı, o savaş danışıklı dövüş misali danışıklı bir savaştı. Ancak senaryoyu yazanlar şimdi noktalıyordu, Öcalan da bunun farkındaydı, korkusu bu yüzdendi. O bir ulusal kahraman olsaydı, o bir halk kahramanı olsaydı, yakalandığı zaman kuyruğunu apış arasına alarak "Beni öldürmeyin. Şans verin. Devlete hizmete hazırım!" demezdi. Bir halk kahramanına yakışır şekilde ideallerini savunur, siyasi savunmasını yapardı. Kürdistan için yola çıktığını, bu yolda ölümü gülerek karşıladığını açıklardı.

     Tabii böyle olmadı... Çünkü çuval boştu... Halklar bunun farkında değildi... Ve boş çuval ayakta durmazdı... Nitekim durmadı... Ve Öcalan yere yıkıldı... Beş para etmez bir ciğere sahip olduğunu dünya alem gördü...

     Bugün olan biten kokuşmuş olan PKK cenazesinin kaldırılmasıdır. Cenaze kalkarken bunun galibi AKP olarak lanse ediliyor. Elbette böyle olacak... Dememiş miydi Fransız devlet başkanı  "Hepimiz Romalıyız" diye... Ama bizdeki egemenler ve Apo gibi kuklaları aynı zamanda Bizanslıdır. Bunca ayak oyunu, entrika Bizanslı ürünü değil de nedir?


9 Mart 2013